Seyahatin 4.Günü 22.01.2023 Pazar PERU-LİMA
Peru bayrağı, kırmızı-beyaz-kırmızı renkte dikey şerit formunda. Ortadaki beyaz alanda duran devlet arması ülkenin üç zenginliğini gösteriyor. Bunlar: Flora (kinin ağacı), Fauna, (Vicuña) ve Mineraller (altın boynuz). Devlet bayrağının arması her iki tarafından palmiye ve defne dallarıyla çevrili. Armanın üzerinde kapalı bir çelenk resmediliyor. Peru Türkiye’nin 1,6 katı büyüklükte 1.285.000 Km2. Nüfusu ise çok daha az 32 milyon. Peruluların %45 kadarı yerli kökenli olup İnkalardan kalan Keçuva dilini konuşuyor. Kahvaltıdan sonra yerel rehber bizim tur grubu için Amerikan dolarını Peru Sol'üne döviz bürosundan daha uygun kurla çeviren seyyar dövizci bir kadını otele çağırmıştı. Bende ufak ihtiyaçlar için 40 Usd bozdurdum. Akşam yemeği ödemelerimi kredi kartı ile yaptım. Kur şöyle idi: 1 Peru Solü = 4,83 TL ve 3,80 Usd. Kafadan hesaplama için ortalama 5 ile çarpmak gerekiyor.
Otelimiz Exe Miraflores'den ayrılıp otobüsle şehir gezisine çıktık. Hava kapalıydı ama yağmur yoktu. Kolonyal eski evler yanında çok yüksek apartmanlar var. Lima bana biraz renksiz bir şehir olarak göründü. Yol üzerinde bir su parkının yanındaki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği Konutunu geçip Cervantes Parkına geldik.
Parkta bir kadınla bir askerin ayakta el sıkışan heykeli var. Aralık 1924'te Pasifik Savaşı sırasında Lima'yı işgalci orduya karşı savunan Amiral Bergasse du Petit Thouars'a [1] şükran ve saygı duruşunda bulunan anıt, beyaz granitten yapılmış, kare kesitli ve yuvarlak kenarlı bir platformdan oluşuyor. Bunun üzerinde, amiralin heykelinin ve bir kadın tarafından temsil edilen Lima şehrinin bir alegorisinin bulunduğu bir kaide var. Eser bronzdan Perulu heykeltıraş Artemio Ocaña tarafından yapılmış. Yola devam ettiğinizde 28 Temmuz Caddesi ve 28 Temmuz Parkına geliniyor. 28 Temmuz adı nereden geliyor derseniz, 28 Temmuz 1821’de Arjantinli General Jose de San Martin, Lima’ya girerek Peru’nun İspanya'dan bağımsızlığını ilan etmiş.
Lima Metropolitan Müzesi önünden dönünce soldaki 28 Temmuz parkında dört heykel görüyorsunuz: Pedro Huilca Tecse [2] ; Víctor Raúl Haya de la Torre [3] ; Miguel de Cervantes Saavedra [4] ; José Carlos Mariátegui [5] . Parkın arkasında çok güzel kolonyel bir binada Arjantin Büyükelçiliği var. Parkta kaskları ile bir sürü elektrikli scooter sürücüsü vardı.
Yolun sonu yuvarlak bir kavşak ve kavşağın ortasında sivri bir piramit şeklinde üstünde uçan heykellerin olduğu bir anıt var. Heykeltıraş Eugenio Baroni'nin eseri Pilot Jorge Chavez [6] anıtı 1937'de açılmış ve İtalyan toplumundan Lima'ya bir hediye imiş. Piramit dört yanından Yunan mitolojisinin efsanevi karakteri İkarus'un yükselişini ve düşüşünü anlatıyormuş ve Lima havalimanının adı bu pilottan geliyormuş.
Yuvarlak kavşağa bakan bir platform üzerinde bir jet uçağı var burası Peru Savunma Bakanlığı imiş. Bakanlığın girişinde şu üç askerin büstü varmış: José Abelardo Quiñones Gonzales [7] ; Miguel María Grau Seminario [8]; Francisco Bolognesi Cervantes [9]
Ayrıca kavşağın başka bir köşesinde (Ne kavşakmış ama) önünde Jesus Maria yazan ve bu isimli semtin başladığı yerde kocaman bir kayanın iki yanından çıkılan merdivenlerin üstünde beyaz ve siyah kare iki taşın üzerinde oturan bir heykel var. Bu anıt şair Cesar Vallejo'nun [10] onuruna "Piedra Negra sobre Piedra Blanca" adını taşıyor yani Kara Taş Ak Taş Üstüne. Evet kavşak bitti sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Peru yazısı tamda Web siteme isim olan bibliyomanlığıma denk geldi sanırım.
Otobüsün döndüğü yerde sokak içinde biraz önce heykelinden bahsettiğimiz José Carlos Mariátegui (1895-1930)’nin müzesini dıştan gördük. https://mariategui.cultura.pe/
Yolda polis barikatları görmeye başladık. Sebebi bu gezinin en önemli yerlerinden biri olan Machu Picchu’yu görmemize engel olacak olan protesto gösterileriydi. Bu protesto gösterilerinin sebeplerini ve ülkenin neden bu hale geldiğini BBC News’den okuyabilirsiniz. [11]
Olaylar nedeniyle başkent Lima’nın bazı sokakları ve meydanları da kapalıydı. Şansımıza biz gezerken gösterilere denk gelmedik. Otobüsle Las Nazarenas Kilisesi, Santa Rosa de Lima Kilisesi yanından geçip Rimac Nehri kenarına geldik. Rayos de Sol Bridge “güneş ışını köprüsü”’nü görüp otobüsten indik. Burası adını Perulu şarkıcı ve besteci Chabuca Granda [12]'dan alan bir park. Bir tarafı Rimac nehri seyir noktası diğer tarafı “St. Tomás De Aquino College” okulu. Ortasında bir sürü top güllesi şeklinde düzenlemeler olan parktan yürüyerek sağda Santo Domingo Manastırı Müzesini [13] , Chabuca Granda soyut heykelini ve Casa de Aliaga [14] müze evini https://casadealiaga.com/en/ dıştan görüp Hükümet Sarayının sokağından eski şehrin içine girdik. Yine her yerde barikatlar ve polis vardı.
Lima'nın tarihi merkezindeki Plaza Mayor'da bulunan Peru Hükümet Sarayı, 1535'te Yeni Kastilya valisi Francisco Pizarro tarafından inşa edilmiş. 1542'de Peru Genel Valiliği kurulduğunda, burası genel valinin ikametgahı ve hükümet binası olmuş. Binadaki en son değişiklikler 1930'larda Başkan Oscar R. Benavides'in başkanlığında tamamlanmış. Baş mimarlar Claude Antoine Sahut Laurent ve Ricardo de Jaxa Malachowski imiş. Gösteriler nedeniyle Plaza Mayor’un çevresi barikatla çevrildiğinden meydanın ortasına ve hükümet sarayına yaklaşamadık. Bizde Lima Belediye Sarayı köşesinde yeşilliklerle yaratılmış olan “Lima” yazısı ve meydanda duran “Lima” yazısı önünde uzaktan selfi çektik.
Sağdan Belediye ve Şehir kulübünün pasajlarının altından Lima Katedrali ve Müzesi’ne gittik ancak barikat vardı giremedik. Katedralinin köşesindeki barikatta keşiş kılığında sanırım meczup biri elinde “Rahibe Micaela Brezilya azizidir, onu Maria'yı seçiyorum” yazan bir kağıt ve bir heykelcikle orada duruyordu. Manasını anlamadım.
Sonra Katedralin arkasından dolanıp San Francisco de Lima Kilise, Manastır ve yeraltı mezarlarını görmeye gittik. Bazilika üç kiliseden oluşuyor: Sanctuary Nuestra Señora de la Soledad (Yalnız Meryem Ana Tapınağı), Nuestra Señora del Milagro (Mucize Meryem Ana Şapeli) ve San Francisco Kilisesi. İlk ikisi tadilat nedeniyle kapalıydı sadece San Francisco Kilisesine ve manastır kısmına girilebiliyordu. 1535'te Lima'nın kuruluşundan sonra, Francisco Pizarro, araziyi inşaatı için manastıra tahsis etmiş, ancak bitmesi 1546'da gerçekleşmiş. Mimarı Portekizli mimar Constantino de Vasconcellos'muş. Kilise dolgulu daha koyu taşlardan oyulmuş görkemli bir ön giriş kapısına sahip. Kapının iki yanında her birinde çan bulunan iki kule yükseliyor. Manastır girişi için bilet beklerken ben Aziz Francis Kilisesi’ne girdim Pazar olduğu için ayin vardı ama fotoğraf çekebildim. Yer karoları ve tavan süslemesi ilginçti. Şapellerin birinde, her ayın 28'inde çok sayıda ziyaret ve çiçek alan imkansızın azizi San Judas Tadeo'nun heykelciği vardı. İki kadının ucunda kırmızı bir torba olan uzun bir sopayı oturma yerlerindeki insanlara uzatarak yardım toplaması bana ilginç geldi daha önce görmemiştim.
Kiliseden çıkıp manastırın girişine gittim. Bilet alınan lobi dahi çok güzeldi. Ortada büyük boy çarmıhta hazreti İsa tablosu olan ve iki yana açılan kapaklarında da İsa’nın gördüğü zulümleri anlatan on adet küçük tablo olan güzel bir eser vardı. İspanya Sevilla’dan gelen çini karo duvarlar ve süpürgeliklere oymalı ahşap tavan eşlik ediyordu. Beyaz mermerden büyük bir Meryem ana heykeli vardı.
Manastırın özelliği iç mekanının sanat eserleri ve tarihi değeri büyük olan dini nesnelerle bolca dekore edilmiş olması. Zemin Katta Lobi, Cezaevi, Andas (azizlerinin alaylarında kullanılan platform) Odası, Derinlik Odası, Fransisken Papaları Salonu, Yemekhane, Kutsal Emanetler, Yeraltı Mezarları; Üst kat ise Kubbe ve ana merdiven, Kütüphane, Koro çatı katı, Koro, Yemek odası, Yönetim alanı, Koruma ve restorasyon atölyesi gibi bölümler bulunuyor. San Francisco de Asís'in hayatından sahnelerin yer aldığı tuvaller dikkati çekiyor. Odalarının her birinde 17. yüzyılda ünlü sanatçılar tarafından yapılmış çok sayıda tuval bulunmakta. Örneğin ünlü Peter Paul Rubens'in atölyesinden çıkan 'The Passion of the Christ' adlı on bir tablodan oluşan set öne çıkıyor.
Belki de en değerli hazinelerinden biri, yaklaşık 25.000 ciltlik geniş kütüphanesi. Aldinas, Elzevirianas ve Plantinianas koleksiyonlarının yanı sıra 15. ve 18. yüzyıllar boyunca yapılan kayıtlar ve kronikler de öne çıkıyor. Ayrıca Latince, İspanyolca ve diğer dillerde müzik, felsefe, tarih, müzik ve her şeyden önce teoloji eserleri var.
En dikkat çekici eserlerden biri de sedirden yapılan ve Kosta Rika'da imal edilen büyük koro tezgahları ve yüksek kabartma işlemeli 130 oturma yeri. Koro kitapları da bir o kadar büyük. Buradan yukarıdan kilisenin iç kısmı görülüyor.
Eskiden yemek salonu olarak kullanılan mekanda, On İki Havari, Kurtarıcı İsa, Meryem Ana ve Aziz Paul'u gibi isimlerde on beş tablodan oluşan İspanyol ressam Francisco de Zurbarán koleksiyonu bulunmakta. Zurbarán'ın bu koleksiyonuna, Rubens'in Prado Müzesi'nde bulunan Havariler tablosunun 19. yüzyılda yapılmış bir kopyası olan ve Havarileri temsil eden on tuvalden oluşan olağanüstü bir koleksiyon eşlik etmekte. Salonun ana duvarında ise Cizvit Diego de la Puente'nin 1658 yılında yaptığı devasa bir "Son Akşam Yemeği" resmi bulunmakta.
Manastırın ortasında bahçesi var. Bahçenin çevresi revaklarla sarılı. Revakların altı Sevilla kalay sırlı boyalı seramik karo işçiliğinin bir şekli olan Azulejo çinileri , tavan ise kabartmalı ağaçla kaplı.
Peru Genel Valiliği döneminde (1542-1824) çok sayıda kilise inşa edilirken bunların temeline, Tanrı'ya daha yakın olduğuna inanıldığı için ölen kişinin kalıntılarını saklamak için boşluklar inşa edilmiş ve katakomp yani yer altı mezarlığı oluşturulmuş. Lima'daki San Francisco tapınağının yer altı mezarları tüm genel valilik içindeki en büyük mezarlığı oluşturuyormuş. Yer altı mezarlarında yaklaşık 25.000 insanın kemik kalıntıları toplanmış. 1810 senesine kadar gömü yapılıyormuş sonra yasaklanmış. Şu anda biriken kemik kalıntılarını depolayan beş kuyu (derinliği 10 metreye kadar) bulunmakta. Eskiden yeraltı mezarlarına ulaşmak için, sınırı ve uzantısı henüz tam olarak belli olmayan bir dizi yer altı geçidinden geçiliyormuş ve yaygın inanışa göre bu yol Hükümet Sarayı'nın gizli bölmelerine ve hatta ünlü Lima Katedrali'ne çıkıyormuş. Ancak şu anda yer altı mezarlarında, ziyaretçilere belirli bir bölüm ve düzgün bir şekilde gruplandırılmış kemik kalıntıları gösteriliyor. Tur yaklaşık 30 dakika sürmekte. Kasvetli atmosferine rağmen San Francisco kilisesinin en büyük cazibelerinden biri bu.
Kiliseden çıkıp meydana doğru tekrar geri yürümeye başladık. Yol üzerinde hediyelik eşya satan dükkanlar ve elindeki sepetlerde yine hediyelik eşya satan Peru yöresel kıyafetleri, fötr şapkaları ve sırtlarındaki heybede çocuklarıyla Peru’lu kadınlar vardı.
Dükkanların hemen karşısında ise Bodega y Quadra Site Müzesi [15] vardı. Müzenin hemen yanında hem mimarisi hem de tarihi ile ilginç bir bina var. Burası Desamparados tren istasyonu, Mario Vargas Llosa kütüphanesi ve Peru Edebiyat Evi. Bina Ferrocarril Central Andino (FCCA) olarak adlandırılan Pasifik limanı Callo ile başkent Lima’yı Huancayo ve Cerro de Pasco'ya bağlayan Peru'daki Ferrovías merkez demiryolunu işleten konsorsiyumun bir istasyonu. Trans-And Demiryollarından biri olarak, 1871-1876’da polonyalı mühendis Ernest Malinowski tarafından inşa edilen dünyanın en yüksek ikinci demiryollarından biri. Şu anda düzenli bir yolcu trafiği olmamasına rağmen, daha önce yayınlanan bir programa göre şu anda FCCA, Lima'dan Huancayo'ya ayda birkaç turist gezisi sunuyormuş. İşletme zorlukları nedeniyle trene bir isim takılmış: Maço Tren; İstediği zaman yola çıkar ve istediği zaman varır manasında. Üç katlı binası, 1911 yılında Perulu mimar Rafael Marquina tarafından yapılmış. İç mekanın ana özelliklerinden biri Art Nouveau tarzında yapılmış vitray tavan penceresi imiş. Ana cephe simetrik ve klasik tasarıma sahip dört sütunla bölünmüş beş dikey gövdeden oluşuyor. Cephe Beaux-Arts mimarisi [16] tarzında tasarlanmış. Kütüphanesi ismini ünlü Perulu roman, öykü ve oyun yazarı, eleştirmen Mario Vargas Llosa’dan [17] almış. Binanın yeni ismi Peru Edebiyatı Evi olarak açılışı 2009'da Başkan olan Alan García [18] tarafından yapılmış. Burada daha önce heykelini gördüğümde bahsettiğim yazar Julio César Mariátegui’in 1925 yılında İtalya’dan getirttiği matbaa makinesi sergileniyormuş. Karşısında Lima’nın en eski Creole restoranı ve barı Cordano var. Creole tanımlaması Güney Amerika’da doğmuş Avrupa özellikle İspanyol kökenli kişiler için kullanılıyor. Aynı yolun sonunda Casa del Oidor isimli Lima'nın en eski konaklarından biri var. Adı kral tarafından atanan şehir hakimi’nin belirli bir süre burada halkın şikayetlerini dinlemesi nedeniyle” işiten ve dinleyen ev” manasına geliyormuş.
Sonunda eski adı Plaza Armas olan Plaza Mayor’a çıktık. Solumuzda Lima Piskoposluk Sarayı var. Bu sarayın Mağribi tarzı detaylı ahşap balkonları çok güzel görünüyor. Neo-kolonyal mimari tarzında mimar Claude Sahut tarafından tasarlanarak 1924 yılında inşa edilmiş. Şu an müze.
Yanındaki 1538 yılında açılan ve Roma Katolik kilisesi olarak hizmet veren Lima Katedrali, mimar Francisco Becerra tarafından inşa edilmiş. Neo-Klasik, Gotik ve Rönesans mimari stillerinin sentezinden meydana gelen katedralde mimarı Francisco Becerra, ünlü İspanyol komutan Francisco Pizarro gibi önemli şahısların mezarı bulunmakta. Francisco Pizarro bu meydandaki sarayında 1541 yılında bir isyan sırasında Martin Bilbao tarafından öldürülmüş. Maalesef Katedral kapanmıştı içine giremedik. Meydana bakan diğer bina olan Hükümet Sarayı'nın önünde nöbet değişim töreni yapılmakta idi. Protesto gösterileri için alınan önlemler nedeniyle çok uzaktan töreni izleyebildik.
Meydanda elinde diploma gibi bir belge tutan 15 yaşlarında bir kız ile yanında papazlarla çekilmiş fotoğrafları tutan annesi ilgimi çekti. Herhalde bir çeşit dini eğitim sonucu aldığı diplomayı kutlamak ve fotoğraf çektirmek için gelmişti. Meydanın ortasında gördüğümüz çeşme 1651 yılından kalma. Vali García Sarmiento de Sotomayor hükümeti döneminde açılışı yapılmış. Tepesinde, halk arasında Şöhret Meleği olarak bilinen ve Hükümet Sarayına bakan bir melek var. Tekrar Belediye sarayının olduğu köşeye döndük. Belediye sarayının arazisi Francisco’nun kardeşi Hernando Pizarro'ya aitmiş. İlk inşaat tarihi 1549. Ancak şu anki bina 1944 yılında cephesi neo-sömürge ve içi Fransız Rönesansı tarzında tekrar inşa edilmiş. 'Atahualpa Odası', 'Ayna Odası', 'Resepsiyon Odası', 'Santa Rosa de Lima Odası' gibi odalara sahipmiş.
Meydandan otobüse dönerek Pasifik okyanusu kıyısında Miraflores bölgesindeki Aşıklar Parkı’na gitmek için yola çıktık. Yol üzerinde otobüsten fotoğraflayabildiğim binalar Museo de Arte de Lima- Lima Sanat Müzesi [19] https://www.mali.pe/ yine müzenin de içinde bulunduğu Sergi Parkının içinde Mağribi pavyonu ve Museo Metropolitano de Lima [20] idi. 1872 yılında açılışı yapılmış olan Sergi Parkında Lima Sanat Müzesi, Lima Metropolitan Müzesi, İtalyan Sanatı Müzesi, Askeri Tarih Araştırma Merkezi, Bizans Köşkü, Mağribi Köşkü, yazar Ricardo Palma Anıtı ve çeşmesi, Peru'daki Çin toplumunun 1921 yılında şehre hediye ettiği Üç Irk Çeşmesi ve Neptün çeşmeleri bulunmaktaymış.
Sonunda “Parque del Amor” Aşıklar Parkına geldik. Pasifik Okyanusu manzarası nedeniyle Lima'da turistlerin ve yerli halkın en çok ziyaret ettiği parklardan biriymiş. Denizden epey yüksekte olan parktan okyanus kuş bakışı görülüyor. Sevgililer Günü şerefine açılışı yapılan Parque del Amor’da çeşitli mesajlarla çeşitli renklerde seramik mozaiklere sahip beton oturma yerleri var. Parque del Amor’un merkezinde sanatçı Victor Delfín tarafından yapılan ve mekanın ana simgesi olan iki kişinin öpüştüğü "öpücük" adlı bir heykel var. Önünde de insanların aşklarını kilitledikleri bir sürü kilidin olduğu bir demir bariyer var. Her sene burada uzun öpüşme yarışması yapılıyormuş.
Plajda insanlar var ancak yaz olmasına rağmen deniz soğuk diye çoğu kumsalda oturuyor. Yalnız sörfçüler denizde tahta üzerinde dalga çıkmasını bekliyorlar. Denize uzanan iki mendirek vardı. Birinin üzerine ise restoran tarzı bir bina kondurulmuştu. Burada denizin soğuk olma nedenini rehber daha sonra açıkladı: Humboldt soğuk su akıntısı. [21] Ben denemek için dört Sol’e bir kıymalı poğaça aldım güzeldi.
Tekrar otobüse binerek bu sefer Barranco yönüne yola çıktık. Yalnız bu sefer apartmanlar modernleşti evler ise müstakil villa şeklini aldı. Peru'nun önde gelen sanatçılarının, müzisyenlerinin, tasarımcılarının ve fotoğrafçılarının çoğunun evi ve çalışma yeri olan bölge, şehrin en romantik ve bohem bölgesi olarak kabul ediliyormuş. Yine otobüsten çekebildiğim fotoğraflardan çözümlediğim kadarıyla Plaza Agustín Gutiérrez Kavşağını dönüp ortada Cajamarca’lı sanatçı Huberto Hoyos’un Başmelek Aziz Mikail heykelini ve arkasında “Parroquia Santa María Reina” yani Aziz Mary Kraliçe Cemaati Kilisesini gördük. Sonra JW Marriott Hotel’i , Malecon Armendariz caddesini, UTEC University of Engineering and Technology’yi, Don José de San Martín Anıtını, eski bir evdeki Ayahuasca barı, Plazuela Carlos Gardel [22] parkını en son sarı boyası ile “Parroquia La Santisima Cruz” Kutsal Haç Cemaati Kilisesini görüp Barranco Belediye Parkı yakınında indik.
Bu eski park 1898 yılından kalma. Güzel bahçeler ve İtalya'dan getirilen mermer heykellerle dekore edilmiş. Karşısındaki Belediye binası önünde “Santuario De La Virgen Maria” yani Kutsal Meryem Ana Heykeli ve 1940-1947 yılları arasında belediye başkanı olan Don Manuel Montero Bernales'in büstü var. Oradan Barranco'nun kalbinde, Lima'da sayısız aşk ilişkisinin başladığı yer olduğu için romantizm havasıyla sarılmış geleneksel bir ahşap köprü olan “Puente de los Suspiros” İç Çekme Köprüsüne gittik.
Bajada de los Baños-Hamam Yokuşunun üzerine inşa edilmiş olan köprü 1876'da açılmış. Köprünün altında, bölgenin eski balıkçılarının işlerini yapmak için her gün denize indikleri yokuş var. Şimdi ise denize inenler. İnanışa göre köprüden nefesini tutarak geçen kişinin dileği yerine geliyormuş. Bir önceki renkli boyalarla süslenmiş taş köprünün üzerinde “Sevdiğimiz bir Peru’yu kuralım” yazıyordu.
Köprünün uzak tarafında, yerli şarkıcı ve besteci Chabuca Granda'nın [12] heykeli yanında Chabuca'nın " José Antonio " şarkısını ithaf ettiği Perulu bir tarım uzmanı ve at yetiştiricisi José Antonio Lavalle'nin anıtının bulunduğu Federico Villarreal [23] isimli bir park var. Köprünün kuzey ucunda bir de kilise var, Iglesia la Ermita . 19. yüzyılda inşa edilmiş ve tadilat nedeniyle çatısı kısmen çökmüş. Solda yine bir sürü kilit asılı. Köprünün bu tarafında, sizi denizin büyük kısmının güzel manzarasına sahip bir seyir noktasına götüren küçük bir koridor var.
Oraya gidip yine uzaktan plajları gördük. İnsanlar dar bir kumsalda üst üste denize girmeden kıyıda diz seviyesinde oyalanıyorlardı. Boyu geçen yerde çok az yüzücü vardı ilginç. Daha sonra gruptan bazı arkadaşlar bira içiyorlardı bende Cosquena - Trigo isimli Peru birasını denedim. 17 Sol ödedim. Barranco’dan sonra sıra geldi Peru’nun altın müzesini gezmeye.
Museo Oro del Perú y Armas del Mundo - Peru Altın Müzesi ve Dünya Silahları Müzesi [24 ] https://museoroperu.com.pe/ Lima'nın Santiago de Surco semtinde bulunan, 1960'larda Perulu iş adamı ve diplomat Miguel Mujica Gallo'nun (1910-2001) özel koleksiyonundan oluşturulan ve Peru Devleti'ne bağışlanan bir arkeoloji ve askeri müze imiş. Müzenin dışında Gallo’nun bir büstü ve denizden çıkarılmış gemi topları duruyor.
İçeri girince çok ama çok şaşırdım. Bu kadar çok eseri bir insanın ömrü boyunca toplaması mümkün değil. İki ana koleksiyona ayrılmış, birincisi üst katta dünyanın dört bir yanından gelen silahlar, farklı çağlardan ve ülkelerden yaklaşık 20.000 parça, bazıları kendi türünde benzersiz, diğerleri tarihteki büyük karakterler ait, Peru fatihi Francisco Pizarro'ya ait iki kılıç özel bir şekilde öne çıkmakta. Ayrıca Miguel Grau, Francisco Bolognasi, Napolyon, Rusya Çarları Alexander I ve Nicolás II, Simón Bolívar gibi karakterlere ait silahlar, şövalye zırhları, birçok şahsa hediye edilmiş kutularında tabancalar, Fidel Castro’nun AK-47’si, çoğunluğu Peru’lu muhtelif komutanların orijinal üniformaları, Hermann Göring’in kılıcı, madalyalar, kılıçlar, mızraklar, kalkanlar, Mao’nun baston şeklinde kılıcı, tüfekler, kamalar, bıçaklar, pistoller, şapkalar, kasklar, mermiler, yatağanlar, Samuray kılıçları, Katanalar, tahta barutluklar, koşum takımları, mahmuzlar, eğerler, gem, üzengi, kamçılar, Şili Cunta Hükûmeti'nin başkanı Augusto Pinochet’in subay kıyafeti ve Samuray zırhlarıyla inanılmaz bir koleksiyon.
Sonra alt kata indik. Alt kattaki ikinci koleksiyon, 8000 parça ağırlıklı olarak Peru'nun kuzey kıyılarındaki İnka öncesi kültürlere ait altın objelerden oluşmakta; en özel parçalardan biri büyük ve güzel altın kurban bıçağı ve Lambayeque kültürüne ait mezar maskeleri. Tekstil ve seramikler de sergilenmekte.
Özellikle İnka uygarlığının kadim hesaplama sistemi Khipu düğümlerinin [25] örneğini gördük.
Orijinal mumyaların ve eskiden “ganimet kafaları” olarak bilinen adak kafalarının hala görülebildiği, ülkedeki birkaç müzeden biri imiş. Web sitesi https://museoroperu.com.pe/
Müzeden sonra otele döndük üstümüzü değişip Rehber Mutlu ve turdan birkaç arkadaş hep beraber yemek yemek için dışarı çıktık. Otelin yakındaki John F. Kennedy Parkına yürüdük. Parkın içinde Parroquia La Virgen Milagrosa-Mucizevi Bakire Cemaati Kilisesi vardı. Parkın içindeki küçük oditoryumda insanlar genci yaşlısı müzik eşliğinde dans ediyordu. Oradan yakındaki Café de la Paz isimli restorana gittik. Ben restoranın ismiyle aynı olan menüyü söyledim. Merlot şarabı, yabani mantarlar ve güzel otlarla marine edilmiş pisco ile alevlendirilmiş bonfile, patates ve sebzelerle servis edildi. Yanında kırmızı bir Arjantin şarabı söyledik. Üzüm Malbec 2002 ismi La Linda idi. Yemeğe 86 Sol ödedim. Sonrada otele gidip istirahate çekildik.
Merhaba, açıklamalar için yazıdaki sayının üzerine tıklarsanız açıklamaya gelirsiniz. Açıklamadaki sayıyı tıklarsanız yazının ilgili bölümüne geri dönersiniz.
Aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır:
The Rough Guide to Peru - Dilwyn Jenkins
DK Eyewitness Travel Guide Peru
Fodors Essential Peru
Peru (Eyewitness Travel Guides)
Viva Travel Guides Peru - Paula Newton, Christopher Minster PhD
Latin Amerika Tarihi - John Charles Chasteen
Latin Amerika'nın Kesik Damarları - Eduardo Galeano
AÇIKLAMALAR:
[1] Abel -Nicolas-Georges-Henri Bergasse du Petit-Thouars (1832-1890) Fransız deniz subayı imiş. Pasifik Savaşı (1879-1884) sırasında Lima'nın kurtarıcısı olmuş o nedenle Peru'da bir kahraman olarak kabul ediliyormuş.
[2] Pedro Huilca Tecse (1949-1992) 1992'de suikasta kurban giden Peru Genel İşçi Konfederasyonu'ndan sorumlu bir sendika lideriymiş. Peru Hükümeti, Colina paramiliter grubu tarafından öldürülmüş.
[3] Víctor Raúl Haya de la Torre (1895-1979) Perulu bir avukat, antropolog, filozof ve politikacı, Amerikan Halk Devrimci İttifakı'nın ( APRA) kurucusu ve tarihi lideriymiş. Peru Aprista Partisi, Peru siyasetinde en uzun soluklu parti imiş. Latin Amerika'da önemli bir siyasi ideolog olarak tanınmaktaymış.
[4] Miguel de Cervantes Saavedra (1547-1616), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarı. Modern Avrupa'nın ilk romanı olarak kabul edilen Don Kişot, bugüne kadar yazılmış en iyi kurgusal eserlerden biri sayılır.
[5] José Carlos Mariátegui (1895-1930), Perulu siyasi önder ve deneme yazarı. Ülkesinin siyasal ve kültürel sorunlarını Marksist bir anlayışla çözümlemeye çalışan ilk Perulu aydınmış.
[6] Jorge Antonio Chávez Dartnell (1887-1910), Géo Chávez olarak da bilinen Perulu bir havacı imiş. Genç yaşta havacılık başarılarıyla ün kazanmış. 1910'da, İtalya’daki Pennine Alpleri'ni geçerken şiddetli bir ruzgar uçağı Bleriot XI'in kanatlarını kırdığı için, inişi sırasında yirmi metre yükseklikten düşerek ölmüş.
[7] José Abelardo Quiñones Gonzales (1914-1941 ) , Perulu bir savaş havacısı ve Peru Hava Kuvvetleri'nde teğmenmiş. Kanunla Peru'nun ulusal kahramanı ilan edilmiş. Öldüğü gün olan 23 Temmuz Peru Hava Kuvvetleri Günü olarak anılıyormuş. Ayrıca bir saygı duruşu olarak, resmi on Pezo banknotta basılmış. Kahramanlığı şuradan geliyor: 1941 senesindeki Peru Ekvator savaşı sırasında Ekvador'daki Quebrada Seca karakolunu bombalamaya başlamış. Pilotluk yaptığı uçak, bombalarını atmak için ikinci kez alçaldığında Ekvador uçaksavar ateşi ile vurulmuş. Quiñones, uçaktan atlamak ve kullanmakta usta olduğu paraşütünü kullanmak yerine uçağını Ekvador hedefine yönlendirmiş ve düşerek düşman bataryalarını yok etmiş ve anında ölmüş.
[8] Miguel María Grau Seminario (1834-1879) Pasifik Savaşı (1879-1884) sırasında Angamos deniz savaşının en ünlü Perulu deniz subayı ve kahramanıymış. Yenilen düşmanlara nazik ve şövalyece muamelesi nedeniyle el Caballero de los Mares "Denizlerin Beyefendisi" olarak biliniyormuş ve hem Perulular hem de Şilililer tarafından saygı görüyormuş. O, Peru Donanması için ikonik bir figür ve Amerika'nın en ünlü ticari deniz ve deniz askeri liderlerinden biri imiş.
[9] Francisco Bolognesi Cervantes (1816-1880) Perulu bir askeri generalmiş. Peru Büyük Mareşali; 1880'de Peru'yu Şili ile karşı karşıya getiren ve Şili'nin Arica şehrini ele geçirdiği Pasifik Savaşı çerçevesinde ordusunun Şili güçleri tarafından köşeye sıkıştırıldığını görünce Peru bayrağının ele geçirilmesini engellemek için uçurumdan bayrakla okyanusa atlamış böylece Peru'da ulusal bir kahraman olarak kabul edilmiş. Şilili haberciler, 3'e 1 sayısal üstünlükleri nedeniyle Arica'nın teslim olmasını talep ettiklerinde, "Tengo deberes sagrados que cumplir y los cumpliré hasta quemar el último cartucho" ("Benim yerine getirmem gereken kutsal görevlerim var ve bunları son mermim yanana kadar yerine getireceğim") diye yanıt vermiş. "hasta quemar el último cartucho" ("Son fişek ateşlenene kadar") ifadesi İspanyolcaya geçmiş ve bugün Peru Ordusu tarafından resmi sloganı olarak kullanılmakta imiş.
[10] César Abraham Vallejo Mendoza (1892-1938), Latin Amerika edebiyatında toplumsal değişime sözcülük etmiş Perulu şair, yazar, hikaye anlatıcısı, gazeteci imiş ve yirminci yüzyıl şiirinin en büyük yenilikçilerinden biri olarak kabul ediliyormuş. Eleştirmen Thomas Merton'a göre, "Dante'den sonraki en büyük evrensel şair" idi, yalnızca şiirsel olarak hissetme ve yazma biçiminde ve arka planında devrim yaratan "insan acısı" şairinin muazzam mirasını doğrulayan bir iltifattı.
Şairin Türkçe’ye çevrilen eserleri varmı diye araştırdığımda karşıma şu kitaplar ve açıklamaları çıktı: 1-Vahşi Fabl-Bütün Kurmacalar: Daha ziyade şairliğiyle bilinse de aslında Latin Amerika’nın en usta nasirlerinden olan Cesar Vallejo’nun bütün kurmacaları Vahşi Fabl’da toplanıyor. Öykülerinde, kısacık ama yoğun romanlarında incelikli bir üslup ve yer yer şairliğini ele veren imgeci bir anlatım kullanan Vallejo’nun tematik yelpazesi de epey geniştir: Ustanın dikkatini Perulu madencilerin trajedisi de Gotik bir aşk hikâyesi de içinde bulunduğu ağır şartları anlayamayan zavallı bir çocuk da bütün şaşaasıyla kurban ayini yöneten İnka imparatoru da çeker. “Paco Yunque” adlı uzun öyküsü vatanı Peru’da bütün ilkokullarda okutulan Vallejo’nun öyküleri ve romanları, Beyza Fırat’ın titiz çevirisi ve kapsamlı sunuşuyla ilk kez Türkçede. 2- Ölçekler / Bütün Öyküleri : Ölçekler, Perulu büyük şairin tüm nesir külliyatının başlangıcı olarak karşınızda. Cesar Vallejo’nun şiirlerindeki sarsıcı duyarlılık ve büyüleyici üsluba, bu defa muazzam bir muhayyile ve psikopatolojik bakış açısı ekleniyor. Okuru sarsıcı bir okuma deneyimine davet eden öykülerinde Vallejo, yaşamın ve ölümün gizlerine dair merakını, yeni anlatı teknikleri arayışıyla birleştiriyor. Fantastik ve toplumcu gerçekçi ana akım iki anlatı arasında eşine az rastlanır bir denge kuruyor. Üç kitap olarak tasarlanan Cesar Vallejo’nun bütün nesirleri, inanıyoruz ki onun büyük şiirleri için de bir “ölçek” olacaktır. 3- Çıkın Sokaklara Dünyanın Çocukları-Sözcükler: Peru'lu ozan César Vallejo (1892-1938) yaşamının büyük bölümünü Avrupa'da, çoğunlukla Paris'te geçirdi. İspanya ve Rusya'yı gezdi. Örtük ancak çarpıcı anlatımıyla dikkati çeken yapıtlarında toplumcu düşünce ile Hıristiyanlık öğretisine göndermeleri harmanlayan Vallejo'nun İspanya İç Savaşını konu alan 15 şiirlik kitabını oluşturan bu şiirler savaşa katılan gönüllülerin, halkın, yığınların sesini taşır okurlara.
Anıta adını veren şiir:
Kara Taş Ak Taş Üstüne
Paris'te öleceğim boşanan yağmurlarla, anısını şimdiden yaşadığım bir günde. Paris'te öleceğim - bu da koymuyor bana - belki de bugün gibi, bir güz perşembesinde.
Bir perşembe olacak, çünkü bugün, perşembe, yazarken bu dizeleri durmadan sızlıyor kolum, ve hiçbir gün, geçtiğim yollarında yaşamın, yalnızlığı içimde bugün gibi duymadım.
César Vallejo öldü, dayak yiye yiye herkesten, oysa kimseyi de incitmemişti: koca sopalarla vurdular,
Kalın urganlarla dövdüler; tanığı perşembeler, kollarında kemikler, yalnızlık, yağmurlar, yollar....
[11] BBC News: 2021’deki siyasi krizin ardından öfke oylarıyla iktidara gelen, mütevazı bir kırsal kökeni olan 53 yaşındaki eski öğretmen Devlet Başkanı Pedro Castillo 7 Aralık 2022’de sürpriz bir ulusa sesleniş yaptı. Kongre’yi lağvettiğini ve yerine “olağanüstü acil durum hükümeti kurduğunu” duyurdu. Ülke genelinde de olağanüstü hal ilan etti. Bu adımların “hukukun üstünlüğü ve demokrasiyi yeniden inşa etmek için” atıldığını söyledi. Bu herkesi şok etti. Anayasa Mahkemesi Başkanı, Castillo’yu darbe yapmakla itham etti. Savunma Bakanı’nın da aralarında bulunduğu pek çok bakan anında istifa etti. Devlet Başkanı Yardımcısı Dina Boluarte ise Twitter hesabından, Kongre’nin feshedilmesini kınadı. Polis ve ordu ortak bir bildiri yayınlayarak anayasanın arkasında olduklarını duyurdu. Kongre Castillo’yu dinlemedi, olağanüstü toplanarak onu görevden aldı. Pedro Castillo’nun başkanlığı, başından beri zorluydu. Solcu bir eski öğretmen olarak Haziran 2021’de sağcı rakibi Keiko Fujimori’yi az farkla yenerek göreve başladı. Siyasi tecrübesi ve bağlantıları az olan Castillo’nun karşısında, muhalefetin kontrolünde olan bir Kongre’nin yer alması, onun ülkeyi yönetmesini zorlaştırıyordu. Kabinesi sürekli değişti ve görevde kaldığı 17 ayda beş ayrı başbakanla çalıştı. Azil oylaması 6’ya karşı 101 oyla geçti, 10 vekil de oylamaya katılmadı. Ardından Boluarte’yi yeni devlet başkanı olarak göreve başlaması için davet ettiler ve Boluarte yemin etti. Dina Boluarte 2021 seçiminden beri Castillo’nun yardımcısıydı. Castillo ailesiyle birlikte Başkanlık Sarayı’ndan ayrılarak, sığınma istemeyi planladığı Meksika Büyükelçiliği’ne doğru yola çıktı. Fakat yolda Castillo’nun koruma polisleri, üstlerinden gelen emirle arabayı durdurdu ve elçilik yerine karakola gittiler. Orada bir başsavcı tarafından gözaltına alındı. Şimdi de tutuklu bir şekilde yargılanmayı bekliyor. Peruluların tepkisi nasıl oldu? Pek çoğu Castillo’nun Kongre’yi feshetme kararını kınadı ve bunun “otokratça bir adım olduğunu” söyledi. Bu durumu 1992’de askerin desteğini alarak Kongre ve yargıyı lağveden Eski Devlet Başkanı Alberto Fujimori’nin yaptığı darbeye benzetenler de oldu. Castillo’nun istediğini başaramaması çoğu kişiyi rahatlatsa da bundan sonra olacaklara dair kaygılar sürüyor. Halkın Kongre’ye desteği hâlâ düşük. Göstericiler erken seçim talebiyle sokaklara çıktı ve polisle pek çok çatışma yaşandı. Lima'da polisler göstericilere göz yaşartıcı gaz sıktı. Castillo’nun destekçileriyse serbest bırakılması talebiyle sokaklarda. Bundan sonra ne olacak? Peru siyasi bir çıkmaza girmiş durumda. Dina Boluarte göreve başlarken, normal seçim tarihi olan Temmuz 2026’ya kadar görevde kalacağını söyledi. Beş gün sonra, 12 Aralık’ta, seçimi iki yıl öne çekerek Nisan 2024’te yapabileceklerini açıkladı. Bundan iki gün sonra daha da erkene çekti ve Aralık 2023’ü işaret etti. Boluarte’nin önceliği, göreve başladığı günden bu yana dinmek binmeyen protestoları sonlandırmak olacak. Bunun için 14 Aralık’ta Savunma Bakanı 30 günlük olağanüstü hal ilan etti. Fakat Castillo’nun destekçileri protestolara devam edecek gibi gözüküyor. Polislerin protestocuları öldürmesi her seferinde öfkeyi büyütüyor. Öte yandan protestolar nedeniyle seyahat edemeyen ve işe gidemeyen kişiler de her geçen gün sabırsızlanıyor. Memnuniyetsizlik artarken Devlet Başkanı Boluarte’nin göreve başladığı gün Peru halkına söylediği “Ülkeyi birleştirmek için bana zaman ve olanak tanıyın” talebinin kabul görme ihtimali her geçen gün azalıyor.
[12] María Isabel Granda Larco (1920 - 1983), daha çok Chabuca Granda olarak bilinen , Perulu bir şarkıcı ve besteciydi. Afro-Peru ritimleriyle çok sayıda Criollo valsi yarattı ve yorumladı. Granda'nın "La flor de la canela", "José Antonio", "El Puente de los Suspiros" ve "Fina estampa" şarkıları şarkıcının uluslararası alanda tanınmasına yardımcı oldu. Susana Baca , Eva Ayllón , Gian Marco ve Juan Diego Flórez gibi çeşitli Perulu sanatçıları etkiledi .
[13] Santo Domingo Manastırı Müzesi: Dominik Tarikatı'na ait Kutsal Tesbih Manastırı 1535'te kurulmuş. Yıllar sonra, Peru'nun ilk üniversitesi olan San Marcos Üniversitesi de burada kurulmuş. Santa Rosa de Lima, San Martin de Porres ve San Juan Macías isimli Perulu azizlerin onuruna düzenlenen salonlar Dominikli rahiplerin ve temsili azizlerinin hayatını ifade ediyormuş. Yaklaşık 25.000 ciltlik bir koleksiyona ev sahipliği yapan kütüphaneyi mutlaka görülmesi tavsiye ediliyor. 46 metre yüksekliğindeki çan kulesinin tepesinden ise Lima şehrinin panoramik manzarasını sunuyor.
[14] Casa de Aliaga: İsmi Türkçe’ye benzediği ve çevirisi Karaçalı Evi olduğu için ilgimi çeken müze ev 1536’dan kalma kolonyal tarzda bir yapı. Don Jerónimo de Aliaga y Ramírez'e aitmiş. Orijinal yapı saz ve kerpiçten yapılmış. Mimarisi eklektik bir tarza sahip. Mevcut stiller rönesans, tavırcı, barok veya neoklasik. Şu anki sahibi Gonzalo Jorge de Aliaga Ascenzo; VIII San Juan de Lurigancho Kontu imiş.
[15] Bodega y Quadra Site Müzesi: Burası Lima'nın merkezinde bulunan ve genel valilik ve cumhuriyet dönemlerinde Lima toplumunun yaşam tarzı hakkında bilgi edinmenizi sağlayan bir müze imiş. Müze alanı, son sahipleri Bodega y Quadra y Mollinedo ailesi olan 17. yüzyılın başlarından kalma eski bir kasap ve mezbaha da konuşlandırılmış. Müze yedi odaya bölünmüş. Bunlardan birinde, sahibi ailenin en önemli üyelerinden biri olan ve Kanada'nın Vancouver Adası'nı keşfeden Perulu denizci ve kaşif Juan Francisco de la Bodega y Quadra'nın yani tarih kitaplarında gözden kaçan bir karakterin deniz keşiflerine ışık tutuluyor. Başka bir odada, kazılarda bulunan Çin ve Panama porselenleri, avizeler ve çatal bıçak takımları gibi gündelik eşyalar sergileniyor. Diğer bir odada ahşap ve deri işçiliği ile ilgili objeler korunmuş. Rimac Nehri'nin önünde koruma duvarı olarak inşa edilmiş olan ören yerinin sonunda bir de taş duvar bulunmakta.
[16] Beaux-Arts - Güzel Sanatlar mimarisi 1830'lardan 1830'ların sonuna kadar Paris'teki École des Beaux-Arts’ta öğretilen akademik mimari tarzdı.
[17] Mario Vargas Llosa: ("Yosa" şeklinde okunur) 1936’da Peru’nun Arequipa kentinde doğmuş Perulu roman, öykü ve oyun yazarı, eleştirmen. Dedesinin konsolos olarak görev yaptığı Cochabamba'da yetişmiş. Lima’da Leoncio Prado Askerî Okulu’nda okumuş. Lima San Marcos Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi görmüş. İspanya’da Madrid Üniversitesi’nde doktora yapmış. 1990 yılında Demokratik Cephe’nin adayı olarak katıldığı başkanlık seçimlerinde Alberto Fujimori karşısında başarılı olamamış. 2010’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış. Mario Vargas Llosa’nın Türkçeye çevrilen eserleri hangileri diye araştırdığımda şunlar ortaya çıktı:
· Elebaşılar-Hergeleler (1958) Öyküler
· Kent ve Köpekler (1963) İlk Roman
· Yeşil Ev (1966)
· Katedralde Sohbet (1969)
· Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu (1973)
· Julia Teyze (1977)
· Dünyanın Sonunun Savaşı (1981)
· Mayta’nın Öyküsü (1984)
· Palomino Molero’yu Kim Öldürdü (1986)
· Masalcı (1987)
· Üveyanne’ye Övgü (1988)
· And Dağları’nda Terör (1993) Planeta Ödülü
· Don Rigoberto’nun Not Defterleri (1997)
· Teke Şenliği (2001)
· Cennet Başka Yerde (2003)
· Hınzır Kız (2006)
· Kelt Rüyası (2010)
· Ketum Kahraman (2015)
1-Elebaşılar-Hergeleler: Mario Vargas Llosa'nın ayrı ayrı iki yapıtı bu kitapta bir araya getirilmiş oluyor. 1958'de 'Leopoldo Alas ödülü'nü kazanmış olan Elebaşılar,saldırgan bir çevre karşısında ortak bir tepki ya da dayanıksız bir başkaldırı biçiminde ortaya çıkan 'şiddet' ögesini işliyor: buradaki altı öyküde Mario Vargos Llosa'nın daha sonraki büyük romanlarında tam olarak açımlanan konular ve kişiler ortaya çıkıyor.
2-Kent ve Köpekler: Yazarın yirmi üç yaşındayken yazdığı bu romanda iki ayrı dünya iç içe girer, birbiriyle çarpışır ve birbirini tamamlar. Olay, Peru nüfusunun üçte birini barındıran dört milyonluk başkent Lima'da, bir askeri kolejde geçer. Bu okulda iki zorlu yıl geçiren yazarın kişisel deneyimleri, anlatının nesnelliğini sağlamakta, inandırıcılığını artırmaktadır. Romanda anlatılan bu askeri kolejin başlıca özelliği, zenginlerle yoksulların, beyazlarla kızılderililerin, siyahlar ve melezlerin, büyük ve küçük burjuva çocuklarıyla halk çocuklarının, suçlu çocukların bir arada bulunmasıdır. Merkezinde gerçek erkek olma eğitiminin yer aldığı bu olaylar dizisinde bütün Latin Amerika toplumu gözler önüne serilmektedir.
3-Yeşil Ev: Yazarın 1965`te yayımladığı ikinci romanıdır. Bu romanıyla da, 1966`da yine "Premio de la Critica" ödülünü, 1967`de son beş yıl içinde yayımlanan İspanyolca yazılmış en iyi romana verilen "Premio Internacional de Literatura Romula Gallegos" ödülünü aldı.
4-Katedral'de Sohbet: Acaba Peru tam olarak ne zaman çuvallamıştı? “Bu koşturmaca beni susattı,” diyor Santiago. “Gel hadi bir şey içelim. Buralarda bildiğin bir yer var mı?” “Yemek yediğim bir yer var,” diyor Ambrosio. “İsmi Katedral, garibanların mekânı, bilmem beğenir misiniz?” “Eğer soğuk biraları varsa beğenirim,” diyor Santiago. “Gidelim, Ambrosio.” 1950’ler Lima’sı, General Odría diktatörlüğü dönemi. Farklı sınıflara mensup Zavalita ile Ambrosio yıllar sonra tesadüfen karşılaşıp Katedral adlı barda sohbete dalınca özgürlük ve özgürlüğün yitirilmesi etrafında gelişen bir anlatı ortaya çıkar. Mario Vargas Llosa’nın, “Hiçbir romanım bana onun kadar emeğe mal olmadı, eğer yazdıklarım arasında yangından sadece bir romanımı kurtarmak zorunda kalsaydım onu kurtarırdım,” diye tanımladığı Katedral’de Sohbet Peru tarihini kişisel yaşanmışlıklarla kesiştiren bir başyapıt.
5-Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu (1973): Peru Ordusu'na mensup askerler izin günlerinde çevre köy ve kasabalardaki kadın ve kızların ırzına geçmektedir. Askerlerin bu cüretkârlığına halkın tepki gösterip “isyan” etmesinden çekinen generaller, çözümü askerler için bir genelev açmakta bulurlar. Ve subayların sicil dosyalarına bakarak görev bilinci çok gelişmiş, yöneticilik kabiliyeti çok yüksek, orduyu ve vatanını çok seven bir üsteğmeni bu işle görevlendirirler... Üsteğmen içki içmeyen, kumar oynamayan, karısından başka hiçbir kadınla beraber olmayan, “mahçup” diye tanımlanabilecek biri olmasına rağmen “emir verildiği için” görevi kabul eder.Görev bilinci ve örgütlenme becerisi çok gelişmiş üsteğmen (terfi ederek yüzbaşı olur) büyük bir çabayla topladığı “hostes”lerle Peru Ordusu'nun cinsel ihtiyaçlarını karşılamaya; daha sonra generallerin “Peru Ordusu'nun en iyi çalışan kurumu” dedikleri “Kadınlar Taburu”na komuta etmeye başlar.“Hostes”ler diğer erler gibi içtimaya çıkıp, tekmil vermeyi öğrenirler. Dikkatli okurun hemen fark edebileceği gibi Llosa “çarpıcı” bir konu ile okuru tavlamaya çalışmamaktadır. Amacı, Peru Ordusu'nu karakterize eden özelliklerden biri olan “hayatın bütün alanlarını denetleme, her şeye matematiksel bir düzen ve disiplin sınırları içinde hâkim olma” isteğiyle “dalga” geçmektir. Bu anlamda çok az yazarın başarabildiği ölçüde anti-militarist bir kara mizah örneğidir Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu.
6-Julia Teyze (1977) : Öğle yemeği yenip sofra kaldırılınca, evde akşama kadar miskin miskin pinekleme olasılığına karşı ne yapmalı? O zaman, Latin Amerika’da milyonlarca insan -özellikle kadınlar- her günkü gülme, gözyaşı ve rüya tayınlarını almak üzere radyonun düğmesini çevireceği anı dört gözle bekler. Büyük Perulu romancı "Mario Vargas Llosa", işte bu yalancı, yıldızlı sahne ışıklarının ardına götürüyor bizi: İnsanları artık yalnızca sesleriyle etkileyebilen içi geçmiş aktörler; hayal ettikleri şan-şöhretin ateşiyle içleri kavrulan yazı emekçileri; ‘yaratıcılarının’ sefaletini hazırlayan yayıncılık dünyasının kurtları... Derken, radyo dizileri alanında eşi olmayan bir adam, Pedro Camacho, Lima’ya gelir. Ancak, ününün ve şanının doruklarındayken zihnini birdenbire sis basar: senaryolarının kahramanları, çılgın atlar gibi setleri ve engelleri atlayıp kendileriyle ilgili olmayan öykülerde boy gösterirler; felaketler çığ gibi boşanır. Nostaljiyi, melodramı ve uçukluğu, "Mario Vargas Llosa’nın bu kitapta başardığından daha iyi buluşturup uzlaştırmak çok zor. "Julia Teyze", günümüz Latin Amerika sında ortalama insanın yaşadığı, duyumsadığı ve düşlediği gerçeklik üstüne göz kamaştırıcı bir tanıklık niteliği taşıyan bir roman.
7-Dünya Sonu Savaşı (1981): On dokuzuncu yüzyıl Brezilya’sının derinliklerinde Canudos adlı bir yer vardır; dünyanın bütün lanetlilerinin; hayat kadınları, dilenciler, haydutlar ve her tür paryanın evidir burası. Tarih ve medeniyetin tamamen yok edildiği bu bölge paradan, vergiden, evlilik kurumundan, nüfus sayımından muaftır. Bu yanıyla devrimci ruhun en saf hali için bir kazan, gerçek anlamda özgürlükçü bir cennetin potansiyelini taşıyan ve Brezilya hükümetinin ne olursa olsun yok etmeye ant içtiği bir eyalettir. Belki de en iddialı ve trajik olan bu romanında Mario Vargas Llosa, Canudos’u gerçeklerden yola çıkarak yorumluyor. Toplum ile iktidar arasındaki sonu gelmez ve dehşet verici savaşın her iki tarafına da ışık düşürüyor. Böylece Latin Amerika’nın devrimci geçmişini; tutku, şiddet ve fanatizmle birlikte gelen yıkımı anlatan unutulmaz bir roman çıkıyor ortaya.
8-Mayta’nın Öyküsü (1984) : Alejandro Mayta`nın Öyküsü`nde, Perulu yazar Mario Vargas Llosa, Troçkist bir devrimciyi anlatıyor. Romanın anlatıcısı Paris`te, Le Monde gazetesinde Peru’yla ilgili “Ayaklanma Girişimi Bastırıldı” başlıklı altı satırlık bir haber okur. Olay kahramanlarından biri, çocukluk arkadaşıdır. Yıllar sonra, Peru’da bu olayın yaşayan tanıklarını bulup onlarla konuşur, belgeler toplar, olaya ve kahramanlarına tam bir tarihçi bakışıyla yaklaşır. Roman, Peru’nun yakın geçmişindeki siyasal bir olayın gerçek öyküsünü yazma girişiminin öyküsüdür.
9-Palomino Moleroyu Kim Öldürdü? (1986) : Bir cinayet romanı bu. 1950’lerin Perusu. Kuzey çöllerinde hava kuvvetlerine ait bir üssün yakınlarında vahşice öldürülmüş bir hava eri bulunur. Bu cinayeti araştırma görevi Teğmen Silva ile yardımcısı Lituma’ya verilmiştir. Lituma için bu cinayet bir dönüm noktası olur, çünkü bu onun kötülükle ilk tanışmasıdır. Cinayeti ortaya çıkarmak, büyük bir tutkuya dönüşür, yoksa kötülük nedensiz kalacaktır. Ama çabalarının sonunda eşitsizlik üzerine kurulmuş bir toplumda adaletin olanaksızlığını öğrenir ancak. Günümüzün en iyi romancılarından biri olarak kabul edilen Perulu yazar Maria Vargas Llosa, olay örgüsü son derece iyi tasarlanmış, bir solukta merakla okunacak, polisiye bir öyküye bir edebiyat yapıtının derinliğini veriyor. Öldürme olayını aydınlatmaya çalışan iki polisin, başka ölümlerin karanlığıyla önlerinin kesilmesi oldukça anlamlı görünüyor: İnsanın daha evrensel boyutlu serüveninin, gerçeği yakalama çabalarının en çok nereye varabileceğine işaret eder gibi. Ama umutsuz bir çaba olması eğlencesiz olduğu anlamına gelmiyor.
10-Masalcı (1987) : Yüzünde ürkütücü bir doğum lekesiyle dünyaya gelmiş Perulu bir Yahudinin, çağdaş yaşamın ikiyüzlülüklerine başkaldıran Saul Zuratas’ın akıllara durgunluk veren *değişim*inin öyküsü. Üniversitedeki parlak geleceğini elinin tersiyle iten Saul, yoksa yazgısını Amazon ormanlarında soyu tükenmekte olan ilkel bir kabileyle mi birleştirmiştir? Machiguenga kabilesinin herkesten sır gibi sakladığı Masalcı, Saul mudur yoksa? Kendini Floransa’ya, Dante’nin, Leonardo’nun, Botticelli’nin dünyasına atan Perulu bir aydın, bir sanat galerisinde rastladığı bir fotoğraftan yola çıkarak, eski arkadaşı Saul’un izini sürecektir. Bir yönüyle Dostoyevski’nin *Budala*sındaki Prens Mışkin’i, bir yönüyle Kafka romanlarından fırlamış bir kişiliği anımsatan Saul, Mario Vargas Llosa’nın bugüne kadar yarattığı en çarpıcı, en olağandışı karakterlerden biri.
11-Üveyanneye Övgü (1988): Kırkında, çekici bir üveyanne: Dona Lucrecia. Her gece temizlik ayinleri düzenleyen bir baba ve koca: Don Rigoberto. Ergenlik çağına erişti erişecek bir oğul: Alfonso: Bu üçlü arasında masumlukla şeytanlığın iç içe geçtiği erotik bir fantazi. Akıl almaz bir baştan çıkarma öyküsü. Vargas Llosa, 1990'da Peru başkanlık seçimlerine soyunmadan hemen önce kaleme aldığı Üveyanneye Övgü'de, Jordaens, Boucher, Tiziano, Bacon, Szyszlo gibi ressamların tablolarından da yola çıkarak gerçeklik ile fantaziler arasında gidip gelen bir erotizm klasiği sunuyor okurlara.
12- And Dağlarında Terör(1993): Mao’cu ‘Aydınlık Yol’ gerillalarının And Dağları çevresinde yarattıkları çılgınca terör ortamı içinde, görevli iki insanın, "Çavuş Lituma" ile yardımcısı "Er Tomas"ın iz sürme serüveninin öyküsü. "Er Tomas"ın başından geçen eski bir aşk serüveni, yazarın ustaca geriye dönüşlerle aralara soktuğu bir ezgi gibi romana ayrı bir renk katıyor. Bu ilginç öykünün içinde, ‘Aydınlık Yol’ militanlarının yakalayıp öldürdüğü insanların aranması süresince sık sık beliren eski İnka Uygarlığının kalıntıları olan şaşırtıcı inanç ve gelenekler de, mitolojik bir esinti olarak romana gizemli bir zenginlik katıyor.
13-Don Rigoberto’nun Not Defterleri(1997) : Peru’nun Lima kentinde geçen bu romanın "yüzeydeki" konusu üvey anne, baba ve delikanlı arasında yaşanan garip ilişkiler; derindeki ise toplumun kimi kurumlarına, katmanlarına ve düşünce kalıplarına yönelik eleştiri ve başkaldırı. Bir sigorta şirketinde üst düzey yönetici olarak çalışan varlıklı Don Rigoberto, cinsel fantezilerini not ettiği defterine, her türlü kurumsallaşmaya karşı çıkan, hazcılığın ve bireyciliğin savunuculuğunu yapan görüşlerini de yazar. Baskıcı bir babanın gölgesi altında yaşayan delikanlının, göz kamaştıran güzellikteki üvey annesine tutulması anlatılırken, yirmi sekiz yaşında ölen Egon Schiele’ye vurgun, resimlerinde cinselliği işleyen bu ressamla kendini özdeşleştiren bu gencin şaşırtıcı hayalgücü de konu ediliyor bu romana. Gençlik yıllarının aksine, ileriki yaşlarda kurumsallaşmaya, bireyin sürü insanına dönüştürülmesine şiddetle karşı çıkan Peru’lu usta romancı Mario Vargas Llosa, bu inançlarını, kendi yaşamından bazı küçük motifleri de ekleyerek bu kitabında da savunuyor. Latin Amerikalı birçok yazar gibi Mario Vargas Llosa da yaşamı ve hazzı yücelten, kişisel özgürlüğü göklere çıkaran bir anlayışla kaleme alıyor yazdıklarını.
14-Teke Şenliği (2001): İçki ve seks kokan erkek egemen bir atmosfer; entrika, şiddet, işkence, hatta cinayet dolu dramatik sahneler: Bunlar, Dominik Cumhuriyeti'ni otuz yıldan fazla diktatörlükle yöneten Rafael Trujillo'nun rejiminin belirleyici simgeleri. Yaşamı boyunca dehşet ve boşluk duygularının pençesinden kurtulmayan 49 yaşındaki Urania Cabral, doğduğu yer olan Dominik Cumhuriyeti'ne dönünce 1961'deki acı olayları yeniden yaşar. Başkentin hala Trujillo Kenti olarak anıldığı ve yaşlı diktatör Trujillo'nun üç milyon insan üzerinde dehşet saçtığı günler belleğinde taptazedir. 1961 yılında bir suikastta öldürülene kadar iktidarını şiddete, şantaja dayandırarak sürdüren Trujillo'nun öldüğü gün üzerinden yola çıkıp gelişen roman, diktatörün ve döneminin portresini üç ayrı bakış açısından anlatıyor: Ülkesine ancak 35 yıl sonra dönen 49 yaşındaki Urania Cabral'ın gözünden; Trujillo'nun iktidardaki 31 yılını kendi sesinden, diktatörü öldürmek üzere suikast hazırlayan dört kişinin ağzından. Dominiklilerin Teke adını taktığı Trujillo'ya karşı düzenlenen devrimin kanlı sonuçları bir ülkenin tarihini değiştirecektir.
15-Cennet Başka Yerde (2003): Flora Tristán, sosyalist feminizmin kurucularından biridir, yaşamını kadınlar ve işçilerin temel haklarının kazanılmasına adamıştır. Onun gözünde cinsellik, erkeklerin kadınlardan intikam almak için kullandığı bir şiddet türüdür. Paul Gauguin bir borsa simsarıyken resim tutkusuna yakalanmış; Kilise ve burjuva yaşamıyla iğdiş edilmemiş, saf ve ilkel bir dünyanın peşinde Tahiti’ye gitmiştir. Gauguin’in gözünde yasaksız, hazzın doruklarında gezinen bir cinsellik, yaratıcılığın kaynağıdır.Latin Amerika edebiyatının ustalarından Mario Vargas Llosa, 19. yüzyılın bu iki karşıt karakterini buluşturduğu Cennet Başka Yerde’de, Gauguin ile hiç görmediği anneannesi Flora’nın ortak özlemini yakalıyor: İnsanlık için mutluluğun mümkün olduğu bir cennet. Flora’yla Peru’da yoksulluğun, Londra’da vahşi kapitalizmin, Paris’te varoşların dalgalı sularına sürükleniyor okur; Gauguin’le zincirlerinden boşanmış bir cinselliğin, yepyeni bir sanatın coşkusuna. Llosa, cenneti arayanların cehennemini anlatıyor okurlarına.
16-Hınzır Kız (2006): “Sadece ahmakların mutlu olduğunu söyleseler de, itiraf ediyorum ki kendimi mutlu hissediyordum. Günlerimi ve gecelerimi Hınzır Kız’la paylaşmak hayatımı dolduruyordu. Geçmişteki buz gibi soğuk tavırlarına kıyasla, bana karşı sevecen davranmasına rağmen, günün birinde, hiç beklenmedik bir biçimde maceralarına geri döneceği ve hoşça kal bile demeden çekip gideceği korkusuyla, beni daima huzursuz bir şekilde yaşatmayı gerçekten başarmıştı.” Sebatlı çevirmen Ricardo’nun tek kabahati gönlünü fettan mı fettan, bin bir surat Hınzır Kız’a kaptırması. İki sevgilinin imkânsız aşkının arka planındaysa 20. yüzyılın ikinci yarısında hem Peru’yu hem de dünyanın geri kalanını şekillendiren tarihî ve toplumsal dönüm noktaları. Mario Vargas Llosa’nın, “Aşka dair ilk romanım,” dediği Hınzır Kız 1950’lerin Lima’sında alevlenip Paris, Londra, Tokyo ve Madrid’e uzanan, sönmez bir sevdanın öyküsü.
17-Kelt Rüyası (2010): Kelt Rüyası, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Perulu büyük yazar Mario Vargas Llosa’nın aynı yıl yayımlanan romanı. 1903 yılında Kongo’da başlayıp 1916 yılında Londra’da bir hapishanede sona eriyor. Aslında anlatılan, yaşanmış bir hikâye. Hem bütün ömrünce ilkelerine sadık kalıp insancıl duygularla hareket etmiş bir kahraman ve kurtarıcı, hem de ahlaksız damgası yemiş karanlık ruhlu bir insan olarak birbirine tezat oluşturan çok yönlü bir kişiliğe sahip efsanevi İrlandalı vatansever Roger Casement’ın başından geçen olaylar. Casement, sömürgeciliğin korkunç yüzünü gün ışığına çıkaran ilk Avrupalılardan biridir. Belçika Kongosu ve Amazon ormanlarına yaptığı zorlu yolculuklardan geriye, dönemin kamuoyunu ayağa kaldıran unutulmaz iki rapor kalmıştır. Bu yolculuklar ve yaşadıkları, Casement’ın hayatını sonsuza dek değiştirecek ve onu yıllardır hizmetinde olduğu İngiltere’den koparıp İrlanda milliyetçi hareketinin içine atacaktır. Roger Casement gerçek hayatında çift kişilikli bir insandır. Doğruluğu kuşkulu olan günlüklerinden alınma notların açıklanmasıyla hayatının son günlerinde ortaya dökülen müstehcen seks maceraları, milliyetçi yandaşları arasında gözden düşmesine neden olmuştur.
18-Ketum Kahraman (2015) : “Bu ülkede küçük de olsa bir uygarlık alanı yaratmak olanaksız,” diye geçirdi aklından. “Barbarlık her şeyi önüne katıp sürüklüyor.” Karamsarlığa kapıldığı zamanlarda yaptığı gibi yine, gençliğinde gidip başka ülkelerde kendine bir yaşam kurmak yerine, burada, Lima denen bu korkunç şehirde kalmaya karar vermekle ne kadar yanlış bir şey yapmış olduğunu düşündü. Peru’da iki şehir ve iki patron. Başkent Lima’da sigortacı Ismael Carrera, taşra güneşinin altında kavrulan Piura’daysa nakliyeci Felícito Yanaqué. Bir tarafta Felícito’nun, kapısına sıkıştırılan örümcek imzalı haraç mektubuna meydan okumasıyla değişen hayatı. Diğer taraftaysa ikinci baharının zirvesindeki Ismael’in ailevi antikalıkları yüzünden kabağın, sadık dostu ve şirketinin yöneticisi Don Rigoberto’nun başında patlaması. Tam da emeklilik hayalleri kurarken.
19-Genç Bir Romancıya Mektuplar: “Edebiyat aklı ve sağduyuyu çalıştırır; edebi yaratıcılıktaysa bu unsurların yanında sezgiye, duyarlılığa ve tahmine, hatta eleştirel bakışın ağından kurtulmayı her seferinde başaran şansa bile yer vardır. İşte bu yüzden, yaratıcılık başkasından öğrenilmez; yaratıcı olmanın tek yolu okumak ve yazmaktır. Gerisini insan kendi başına, pes etmeden düşe kalka öğrenir.” Llosa Genç Bir Romancıya Mektuplar’da roman sanatı hakkındaki düşüncelerini aktarıyor. Konu, biçim, üslup, zaman, mekân, anlatıcı, karakter, gerçeklik gibi unsurları kapsamlı ve çarpıcı örneklerle incelemekle kalmıyor, yazım sanatıyla yaşam arasındaki ilişkiyi de sorguluyor. Yazar, edebiyat tutkusunun filizlendiği Peru’daki gençlik günlerinden başlayan on iki mektupta, Miguel de Cervantes, Gabriel García Márquez, Jorge Luis Borges, Julio Cortázar, James Joyce, Gustave Flaubert, Virginia Woolf, Ernest Hemingway, Alain Robbe-Grillet, Herman Melville, Marcel Proust ve Franz Kafka’nın da aralarında bulunduğu birçok yazarın eserlerini ve fikirlerini ele alıyor, hem genç romancılar için bir yol haritası çıkarıyor hem de roman sanatına aşina olanların alışkanlıklarını gözden geçirmelerini öneriyor.
[18] Alan Gabriel Ludwig García Pérez (1949-2019), eski Peru devlet başkanıdır. Peru için Birlik Partisi adayı Ollanta Humala ile yarıştığı 2006 seçimlerini kazanarak 2006'da devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştur. APRA'nın lideri olan Alan García partinin devlet başkanlığı yapan ilk üyesidir. İlk olarak 1985-1990 yıllarında devlet başkanlığı yapmıştır. 2011 Peru devlet başkanlığı seçimlerine kızı katılsa da kazanamamıştır. 28 Temmuz 2011'de görevi son bulmuştur. Rüşvet ve yolsuzluk yaptığı iddiasıyla gözaltına alınması kararlaştırılan eski Peru Devlet Başkanı Alan García 17 Nisan 2019'da silahla kendisini vurarak 69 yaşında yaşamına son vermiştir.
[19] Museo de Arte de Lima- Lima Sanat Müzesi: 1961'de tarihi Palacio de la Exposición-Sergi Sarayı'nda bulunan kalıcı sergi salonları resmen açılmış. Müze, Peru sanatının tarihini açıklayan koleksiyonlara ev sahipliği yapıyormuş: Kolomb öncesi, sömürge, 19. ve 20. yüzyıl ve çağdaş sanat. Aynı zamanda fotoğraf, kolonyal ve cumhuriyetçi gümüş eşya koleksiyonlarına da ev sahipliği yapmaktaymış.
[20] Museo Metropolitano de Lima: Metropolitan Müzesi'nde modeller, hologramlar ve multimedya kaynakları kullanılarak, Lima’nın tarihi üç dönemde: İspanyol öncesi, genel valilik ve cumhuriyet dönemlerin de anlatılıyor. İnkalar gelmeden önce bile Lima'da yaşayan ilk toplulukları, tüm Güney Amerika kıyılarındaki en önemli tanrının tapınağı Pachacamac'ı ziyaret edip ve İspanyol fatihlerin Lima'ya gelişine tanık olabiliyorsunuz. Ardından şehrin kuruluşuna katılıp Santa Rosa ve San Martin gibi şehrin en önemli karakterleriyle tanışıyorsunuz. Sonra bağımsızlık zamanları gelecek ve bağımsızlığını ilan ettiğinde José de San Martín'in önünde durup ayrıca Simón Bolívar'ı çadırında görebiliyorsunuz. Son olarak, Şili ile Peru arasındaki savaş ve modernitenin Lima'ya gelişi gibi en yakın tarihi, iyi ve kötü anlarını da öğrenebiliyorsunuz.)
-(Pachacámac , Lima'nın 40 km güneydoğusunda , Lurín Nehri Vadisi'ndeki bir arkeolojik sit alanı imiş. Site ilk olarak MS 200 civarında kurulmuş ve adını yaratıcısı tanrı Pacha Kamaq'tan almış.)
-(Santa Rose veya Rose of Lima (doğum adı Isabel Flores de Oliva ; 1586-1617) Lima'daki Üçüncü Aziz Dominik Tarikatı'nın bir üyesiydi. Dominik Tarikatı'nın meslekten olmayan bir üyesi olarak Amerika'da bu şekilde kanonlaştırılan ilk kişi olarak Katolik Kilisesi tarafından bir aziz ilan edilmiş. Rose, Peru'nun ve Latin Amerika yerel halkının birincil hamisi olmaya devam ediyor. Resmi, Peru'nun en yüksek banknotunda yer alıyor.)
-(José de San Martín (1778-1850), Güney merikalı devrimci. Güney Amerika İspanyol kolonilerinin -bağımsızlık çabaları için giderek daha fazla taraf oldu. Bağımsızlık savaşı için bir devrimci ordu oluşturdu. İspanyolları Aralık 1820'de Pisco'da yenerek Lima'yı işgal eder. 28 Temmuz 1821'de Peru'nun bağımsızlığını ilan ederek ülkenin Protektor'ü olarak tanımlanır.)
[21] Humboldt Akıntısı, Güney Amerika'nın batı kıyısında bir soğuk su akıntısı. İsmini Alman doğa araştırmacısı Alexander von Humboldt'tan alır. Akıntı Antarktika'dan başlayarak And Dağları'na paralel şekilde kuzeye doğru yol alır. Antarktika'daki suyun düşük ısı derecesi, Güney Amerika'nın batı kıyısındaki su sıcaklığının, aynı paralelde bulunan Pasifik suyuna göre 7-8 °C daha düşük olmasına yol açar. Soğuk deniz suyu sayesinde hava ısısı da düşer. Bu yüzden Humboldt Akıntısı'nın sahil bölgelerini (örneğin Atacama Çölü gibi), yağış bakımından fakir çöl bölgeleri oluşturur.
[22) Carlos Gardel (1890-1935) Fransa doğumlu Arjantinli şarkıcı, söz yazarı, besteci ve aktör ve tango tarihinin en önemli figürü imiş. 20. yüzyılın ilk yarısında dünya popüler müziğinin en etkili yorumcularından biriymiş. Gardel, tüm zamanların en ünlü popüler tango şarkıcısıymış ve tüm dünyada tanınmaktaymış.
[23] Federico Villarreal (1850-1923) Perulu bir bilim adamı, mühendis ve politikacıymış.
[24] Museo Oro del Perú y Armas del Mundo: Çoğu Peru'nun kuzey kıyılarındaki arkeolojik alanların gelişi güzel yağmalanmasının ürünü olan sekiz binden fazla parçadan oluşan Peru içeriğinin satın alınması, Miguel Mujica Gallo’nun Peru tarihine duyduğu hayranlıktan ve kuyumculuğun bin yıllık mirasını sürdürme amacından esinlenmiştir. Peru Kolomb öncesi kültürlerine bir övgü olarak altın, gümüş ve bazı platin gibi değerli metaller, çok sayıda tekstil, seramik, mumya, mezar bohçaları ve dönemin diğer değerli nesnelerinin kaçırılması ve kültürel mirasın sonsuza dek kaybolmasını ve dağılmasını engellemiştir. Bu eserler genel olarak, İspanyolların Peru'ya geldiklerinde ne bulduklarına dair bir fikir vermekte ve iki kültür arasında bir karşılaşma yaratmaktadır: değerli metallere en yüksek değeri veren kültür ile değerli metalleri dini nedenlerle, güç statüsü için, mutfak eşyası olarak ya da kıyafetlerinin bir parçası olarak kullanan ancak nesneyi yapmak ya da üretmek için harcanan zamana daha çok değer veren yerel kültür. Altın ve gümüş tüm Peru kültürlerinde karmaşık bir büyüsel-dinsel sembolizme sahipti. İnka öncesi kültürlerde bu metaller sürekli bir güneş-ay, gündüz-gece, dişil-eril ikiliğini temsil ediyordu. İnka İmparatorluğu'nda güneş tanrısı ya da Inti ilahi düzlemde egemenliği temsil ediyordu ve ay tanrıçası ya da Mama luna, Mama Quilla olarak da adlandırılırdı, gök kubbenin annesi olan Inti'nin eşiydi. Güneş Tapınağı'nda rahibelerden oluşan bir tarikat ona tapınırdı. Bu metallerin aldığı biçimler, onları hayatlarında giyenlerin hiyerarşik rütbe ve güçlerinin yanı sıra gömülerinde onlara atfedilen önemi de gösterirdi. Antik Perulular, metal yüzeyleri yaldızlayarak ya da gümüşleyerek renklendirmek gibi Avrupalıların bilmediği teknikler geliştirmişlerdir. İnka öncesi kültürlerin hepsi bu metallerin kuyumcusuydu, ancak bunlardan sadece dördü en üst düzeydeydi. Bunlar Peru'nun kuzey kıyılarında gelişen Vicus, Mochica, Lambayeque ve Chimú kültürleridir. Bu kültürlerden sonra, altın ve gümüş metal nesnelere sahip olma ve bunların yüzeylerinin kalitesi ve inceliği bakımından en zengin olan İnka İmparatorluğu geldi. Peru Altın müzesinin vitrinlerinde, Peru tarihinin birkaç yüzyılı boyunca, özellikle İnka öncesi altından, tüm kültürlerden ajur burun halkaları, kabartmalı, kanatlı süslemeler var. Vicus kültüründen kuş, erkek veya maymun figürlü burun halkaları, bilezikler, kulaklıklar ile telkari oyunlar ile kesme taş; Frías kültüründen kertenkeleler, gelincikler, kediler, koka torbaları, küpeler ve kemerler; hayvan motifli göğüslükler, düz veya kabartmalı Chancay kültürü taçları; Ica'dan bükülmüş ışınlar veya yılanlarla cenaze maskeleri; açık ve dişli ağızlı maskeler, bileklikler, tekmelikler ve Nazca spatulaları. Dünyanın Silahları bölümünde ise Miguel Mujica Gallo, yurtdışına yaptığı sayısız seyahatin bir sonucu olarak, en eskisi M.Ö. 13. yüzyıla kadar uzanan dünyanın farklı silahlarını da topladı ve nerede yapılırsa yapılsın tüm önemli müzayedelerde titiz bir alıcı oldu. Tüm zamanlara ve ülkelere ait yirmi bin silahın sergilendiği müze, bu parçaların miktarı, kalitesi, korunma durumu ve orijinal sahipleri nedeniyle bu uzmanlık alanında dünyanın en seçkinlerinden biri olarak kabul edilebilir. Müzenin odalarında silahların yanı sıra savaş üniformaları, at eyerleri, zırhlar, mahmuzlar ve üç bin üç yüz yılı aşkın bir süredir tarihin bir dönemine ve karakterlerine damgasını vuran diğer nesneleri de görebilirsiniz.
İstanbul’a döndükten sonra yazılar için araştırma yaparken maalesef bu müze ile ilgili beni üzen bazı haberler okudum. 2001 senesinde sayısız test ve 20 yıllık tartışmanın ardından koleksiyondaki Kolomb öncesi altınların sahte olduğu açıklanmış. 1999'da Almanya'da bir sergiye götürülen parçalarda yapılan analiz sonucu çoğunun çeşitli kökenlerden gelen antik altının birleştirilmesiyle yapıldığı sonucuna varılmış. Diğerleri ise tamamen modernmiş ve Lima'nın kuzeyindeki kırsal kesimdeki zanaatkarlar tarafından yapılmış. Böylece müzenin metalurjik parçalarının %85'inin sahte olduğu ortaya çıkmış. Sonra sergilenen eserlerin gerçek olduğu güvencesiyle yeniden açılmış, ancak açıklamalarda bazı parçalar 'reprodüksiyon' olarak sınıflandırılıyormuş.
[25] Khipu Düğümleri: İnka Uygarlığının Kadim Hesaplama Sistemi: İnkalar Güney’de var olan en büyük, en gelişmiş uygarlıktı. İnka halkı Quechuanca konuşuyordu ama bunu yazıya dökmemişlerdi. Ancak yine de birbirileri ile etkili bir biçimde iletişim kurabiliyorlar, haberi bir yerden başka bir yere alternatif biçimde iletebiliyorlardı. Bunun için ellerindeki araçları Khipu düğümleri idi. Aslında koskoca bir imparatorluğu düşünürseniz bu oldukça ilginç bir durumdur. Gerçekten de onlar hakkında bildiğimiz her şey, diğer kültürlerin, özellikle de İspanyolların İnka İmparatorluğu’nu fethinden sonra tuttuğu kayıtlardan geliyor. Ancak belki de bu onların eksiklikleri değil fazlalıklarıydı. İnka medeniyeti yazı yerine, işlemler, vergi yükümlülükleri, nüfus sayımı kayıtları, tarihler ve muhtemelen çok daha fazlası gibi bilgilerin kaydını tutmak için khipu veya quipu adı verilen karmaşık bir iplik ve düğüm sistemi kullanan ustaca bir yöntem geliştirmişlerdi.
Tipik bir khipu, pamuktan veya yünden yapılmış herhangi bir sayıda düğümlü ve renkli ipin asıldığı yatay bir ipten oluşmaktadır. Düğümlerin ipteki konumu, düğümlerin bağlanma şekli, düğüm içindeki dönüş sayısı, iplerin rengi vb. farklı değerler ve anlamlar taşır. Örneğin, düğüm içindeki dönüş sayısı birden dokuza kadar bir sayıyı belirtir. Ayrıca sekiz rakamına benzeyecek şekilde bağlanan bir düğüm, sabit bir değeri belirtir. Khipular, 0,5-0,7 cm kalınlığında bir sicim üzerine tutturulan ve sayıları 100 ile 1500 arasında değişen daha ince sicimlerden oluşur. Bu ince sicimlerin üzerine bazen daha da ince sicimler eklenmiştir. Tüm bu sicimlerin üzerinde de irili ufaklı düğümler olur. Sicimlerde 1 rakamını temsil eden düğümler en altta yer alır. Daha sonra bir tür ondalık sistemle, 10’ların, 100’lerin ve 1000’lerin düğümleri düzenli aralıklar ile üste doğru atılır. Bir ipin üzerinde düğüm yoksa o ip sıfır anlamını taşır.
Herkes khipu okuyamazdı. Sadece khipu kamayuq denilen eğitimli khipu okuyucuları bunu yapabilirdi. Bu kişiler genellikle bürokratik kayıtları tutmak için yöneticiler tarafından seçilirdi. Khipu kamayuq’lar ayrıca vergilendirme, ücret takibi, ekonomik çıktının kaydını tutma ve nüfus sayımı yapma gibi başka görevleri de yerine getirirlerdi. Günümüzde artık khipu kamayuqlar kalmadı. Bunun sonucunda da khipu yapma ve okuma sanatı kayboldu. Bu nedenle, bu düğümlü dizelerin neyi kodladığını ancak tahmin edebiliriz. Düğümler ile sayılar arasındaki bağlantıyı ilk olarak 1923 yılında antropolog Leland Locke keşfetmiştir. Ancak khipuya dair ilk açıklamalar 16. yüzyıla uzanmaktadır. 1571-1586 yılları arasında İnkalar ile birlikte yaşamış olan misyoner Jose de Acosta kitabında İnkaların bu düğümleri olayları kaydetmek ve gerekirse bu düğümlere bakarak olayları anımsamak için nasıl kullandığını açıklamaktadır. Aynı dönemlerde Garcilaso de la Vega da başka bir kitapta şu sözleri söyler. ” Bu kayıtlar farklı renklerden yapılma düğümler kullanılarak tutulmuştur. Her bir renk hangi suçların cezalandırıldığını göstermektedir. Büyük iplere tutturulan küçük ipler ise uygulanan cezanın şeklini belirtmesi açısından farklı renktedir.” Bu cümlelerden de anlaşılıyor ki renkler hem somut hem de soyut fikirleri aktarmak için kullanılmıştır. Günümüze kadar gelmiş çeşitli khipulardan 31 renk teşhis edilmiştir. Araştırmalar, khipu’nun sayısal kayıtlar veya defter tutma için kullanıldığını gösteriyor. Ancak Harvard’da antropoloji profesörü Gary Urton, khipu’nun fonolojik veya logografik verileri kaydedebilen ikili bir sistem kullandığına inanıyor. Eğer bu doğruysa bu karmaşık düğümlerin İnkalar hakkında bir çok bilgiyi saklıyor olması da olasıdır. İspanyol işgalinden sonra, yeni gelenler, bu düğümlü iplerin çoğunu gizli mektuplar veya mesajlar içerdiğinden şüphelenerek yok etmişti. Günümüzde sadece birkaç yüz khipu kaldı. Bunların bir kısmı müzede, bazıları ise yerel toplulukların mülkiyetinde bulunuyor. 1981 yılında Cornell Üniversitesi arkeologlarından Robert Ascher ve eşi, khipuların yaklaşık beşte birinin “sayısal olmadığı” tezini ortaya attılar. 1997 yılındaysa bir tekstil uzmanı olan William J. Conklin, ilk kez sicimlerin son derece karmaşık eğrilme, dokunma ve boyanma biçimlerine dikkati çekti. Araştırmacı sicimlerin her birinin farklı yapı ve boya kodu taşıdıklarına dikkat çekecekti. Sonrasında da “bilginin %90’ının, daha düğümler bağlanmadan sicime yüklendiği” görüşünü öne sürdü. Bu fikri benimseyen Gary Urton, sicim eğirme ve örmenin esaslarından yararlanarak İnkaların ikili tercihler sistemi geliştirdiği görüşünü ileri sürmüştü. 2017 yılında yapılan bir keşif ile bu kadim dil kısmen deşifre edildi. Bu sayede de And medeniyeti khipularının anlaşılabilir bir yazı sistemi olduğu kesinleşti. İkili kodlama fikri hakkında da henüz kesin bir cevabımız yok.
Comments