Yeni yazımda Güney Amerika’ya yaptığım geziyi anlatacağım. 2023 senesi Ocak ayında yani Güney yarım küre de yaz olduğundan İstanbul merkezli Ejder Tur ile bu geziyi yaptım. Programda olan ülkeler ve şehirler şöyleydi: Kolombiya-Bogota-Zipaquira; Peru-Lima-Cusco-Ollantaytambo-Moray-Salineras de Maras; Şili-Santiago de Chile-Valparaiso-Vina Del Mar; Arjantin-Buenos Aires-Tigre; Uruguay-Colonia; Brezilya-Iguassu-Rio De Janeiro. Bu turda da yeni bir sürü arkadaş edindim. Tura çıktığımda dolar kuru 18,80 TL idi. Yazıma notlar koydum. İlgili rakama tıklayıp notu okuyabilir, notta rakama basarak yazının okuduğunuz kısmına geri dönebilirsiniz.
Seyahatin 1.Günü 19.01.2023 Perşembe İSTANBUL-KOLOMBİYA-BOGOTA
Öncelikle saat:03:00’de kalktım 04:00’de Havaist ile Kadıköy Acıbadem Köprüsünden İstanbul yeni havalimanına yollar boş olduğu için 05:00’de gittim. Havalimanında çok enteresan bir sergi vardı. Deniz Sağdıç adlı kadın sanatçı elektrik kabloları, fermuarlar, düğmeler, plastik kapaklar gibi malzemelerden muhtelif portreler yapmıştı. Güney Amerika yazısına bu fotoğraflarla başlamak garip oldu ama çok ilgimi çekti bahsetmek istedim. İstanbul yeni havalimanından rehber Mutlu Günay ve diğer seyahat arkadaşları ile buluşup Türk hava yolları 09.00 uçağı ile direkt Kolombiya Bogota El Dorado Havalimanına uçtuk ve yerel saatle 14:30’da indik. Arada 8 saat fark var ve İstanbul Bogota’ya göre ileride. Yani orada 14:30 iken İstanbul’da 22:30 idi. Kolombiya’da Usd bozdurmadım. Ödemelerimi kredi kartı ile yaptım. Kur şöyle idi: 1 Kolombiya Pezosu = 0,0040 TL ve 0,0002 Usd. Kafadan hızlı hesap için 1000'e bölüp 4 ile çarpmanız lazım.
Kolombiya Bayrağı sarı, mavi ve kırmızı yatay üç şeritten meydana geliyor. Sarı: Egemenlik ve eşitlik - Mavi: Asalet ve sadakat - Kırmızı: Bağımsızlığı temsil ediyor.. Kolombiya Türkiye’nin 1,5 katı büyüklükte 1.140.000 Km2 Nüfusu ise daha az 50 milyon.
Bogota El Dorado havalimanı bizim yeni havalimanına benziyor oldukça modern.
Havalimanından çıkarken yağmur başladı o nedenle bugün sadece otele gidebildik. Otelimiz Best Western 93 Hotel. Şehrin kuzeyinde kalıyor. Yolda bizim metrobüs sisteminin benzeri olan toplu taşıma için kullanılan kırmızı iki körüklü otobüsler dikkatimi çekti. Birde adını ilk halifeden almış olan Ebu Bekir El-Sıddık Camiini gördüm. 2011 yılında yapılan Bogota’nın en büyük camii imiş. Kayıtlara göre 85.000 müslüman varmış ve çoğunluğu Suriye, Lübnan ve Filistin’den gelmiş. İlginç. Şehir oldukça modern ve güvenilir. İlk gün akşam yemeği otelde idi. Genelde şehir otellerinin eğer tanınmış bir restoranları yoksa yemekleri kötü oluyor. Bu yemekte de çorba, salata ve kayış gibi güya Arjantin Bifteği vardı. Ben eti yiyemedim zaten uçakta yemek yemiştik çok aç değildim. Sonra odama çıktım, iki kişilik iki yatağı olan büyük ve güzel bir odaydı, odadan sokağın fotoğraflarını çektim.
Seyahatin 2.Günü 20.01.2023 Cuma KOLOMBİYA-BOGOTA
Sabah Altın Müzesine gitmek üzere otobüse bindik. Yolda Kolombiya’nın 25.Devlet Başkanı Julio Cesar Turbay Ayala'nın Heykelini, çok sayıda köpek gezdiricisini, kilise'nin gelecekteki rahiplerini eğitme misyonuyla kurulmuş 1581 yılına dayanan geçmişiyle, Güney Amerika'daki en eski ruhban okulu Bogota Ruhban Okulu'nu, kışın soğuktan yazından sıcak ve nemden koruyan kırmızı tuğla ile kaplı modern apartmanları gördük. Dış cephelerin kırmızı tuğla ile kaplı olması şehre “Kırmızı Şehir” lakabını vermiş. Altın müzesine geldik ancak henüz açılmamıştı. O nedenle çevresini gezdik.
Önünde Santander Parkı var. Gelip geçenlerin yanı sıra sokak satıcılarının olduğu biraz güvensiz kirli ve idrar kokan bir park. Parkın bir kenarındaki havuzda atletik vücutlu bir Kolombiyalı pantalonla sabah banyosunu yapıyordu. Parkın ortasında, İtalyan sanatçı Prieto Costa tarafından yapılan 1890'da açılan Francisco de Paula Santander'in [1] bronz bir heykeli vardı. Ancak kaidesine bir sürü ilan yapıştırılmıştı.
Parkın karşısında barok üslupta, 1557 yılından kalma mihrabın tamamı yaldızlı San Francisco Kilisesi onun yanında San Francisco Sarayı [2] yolun karşısında Rosario Üniversitesi ve 2021 yılına kadar ortasında Bogota şehrinin kurucusu ve fatih Gonzalo Jiménez de Quesada'nın [3] heykeli olan Rosario Meydanı var. Ancak 2021'de heykel, yerli Misaklar tarafından protesto için kaidesinden devrilmiş ve o zamandan beri Bogota müzesinin gözetiminde imiş. Misaklar veya Guambianoslar, Güney Kolombiya’ nın Cauca bölgesinde yaşayan yerli bir halkmış. Oradan yürüyerek 7. caddedeki 1948 yılı başkanlık yarışı kampanyasında suikasta uğrayan Kolombiya’lı politikacı Jorge Eliécer Gaitán’ın [4] öldürüldüğü yerdeki levhaları gördük. Hemen yanında İstanbul’da da şubeler açan Kolombiya’nın meşhur Juan Valdez Cafelerinden biri vardı.
Geri dönüp Altın Müzesine https://www.banrepcultural.org/bogota/museo-del-oro girdik. Burası öyle özel bir yer ki, 2018'de National Geographic dergisi burayı, Auschwitz-Birkenau Müzesi (Polonya), Vatikan müzeleri (İtalya) ve Pergamon müzesi (Almanya) yanında gezegen tarihinin en iyi müzelerinden biri olarak adlandırmış. Müzede her biri eşsiz güzelliğe ve tarihi değere sahip 34.000 altın eser var. Bu eşyaların çoğu, yerli halkların günlük yaşamında veya kutsal ritüellerin de kullanılıyordu.
Bizi kapıda Kolombiya’nın San Agustin kasabasından getirilen Talla isimli taş heykel karşıladı. San Agustín kasabası 1995'te UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine dahil edilmiş. Bölge, Latin Amerika'daki en büyük dini anıt ve megalit heykeller koleksiyonu içermekte imiş. Bir üst kattan müzeyi gezmeye başladık.
Burada ilk önümüze gelen Altın deniz salyangozu idi. Bu eser deniz salyangozunun üzeri yaprak altın ile kaplanarak yapılmış ve kulağınıza koyduğunuzda orijinal deniz sesi duyuluyormuş.
Serginin “Metal İşçiliği” isimli ilk bölümünde eski altın madenciliği; antik metalurji ve üretim teknikleri anlatılıyor. İkinci bölüm “İspanyol öncesi Kolombiya'da insanlar ve altın” sosyal, politik ve dini örgütlenmenin bir parçası olarak altının nasıl ve hangi bağlamda kullanıldığı, altın nesnelerin ve sayısız altın maskenin yanı sıra seramik, ahşap, taş, deniz kabukları ve tekstil ürünleri sergileniyor.
Burada yine yerli liderlerin kullandığı ilk altın eserler de vücudun hangi bölgelerinde kullanıldığını göstermek için kişinin vücudunu gösteren bir gölgenin üzerine takılmış olarak sergileniyor. Buradaki eserler Calima, Quimbaya, Muisca, Zenu, Tierradentro, San Agustin, Tolima, Tairona ve Uraba kültürlerinden örnekler içeriyor.
Ardından serginin üçüncü bölümü “kozmoloji ve sembolizm” altının mitolojisini ve neyi sembolize ettiğini araştırıyor. Ziyaret sırasında yerli halkların altını renginden dolayı güneşe benzettiklerini, altını güneşin teri olarak gördüklerini öğreniyoruz. Gücün sembolü olarak görülen bu metal yerli halkların siyasi ve dini seçkinleri içindi. İnsanlar değerinden çok parlak yönü nedeniyle altını felsefi ve dini kaygılarının ideal ifade aracı olarak görmüşler. Devamında serginin dördüncü bölümü olan “ Adak”da yaratılan altın metal eserlerin tanrılara hediye olarak sunulduğunu bu şekilde doğaya nasıl geri döndüğünü görebilirsiniz. Altın eserler derin dini anlamlarla donanmış olarak, dünyada dengeyi yeniden sağlamak için göllerde ve mağaralarda tanrıya sunulurlarmış. Bu şekilde metal döngüsü devam edermiş. Burası ayrıca ünlü “El Dorado” mitinin nasıl doğduğunu anlamamızı sağlıyor. 1536'da Bogotá bölgesinde ortaya çıkan ve fetihçiler tarafından aktarılan El Dorado efsanesi (İspanyolca: Altın kaplı, altından) kralların vücuduna altın tozu dökerek göldeki ritüel yıkanmaları ve tanrı için göle sunulan altından eserlerin varlığı ve bunların bulunma çabasını anlatıyor.
Daha sonra dışarı çıkıp şehri gezmeye 7. Caddeden başladık. Yol üzerinde satranç oynayanları, şeker kamışında içecek çıkaran bir makineyi, tavuk döner satıcılarını gördük. Satıcılarda müzik kolonları var ve usb takarak çeşitli müzikler çalıyorlar.
Yolun sonunda Simon Bolivar [5] meydanına geldik. Bu meydan yaklaşık 13.903 m2 ve 55.600 kişi kapasiteli oldukça büyük bir meydan. Meydanda bizi önce Lama’lar karşıladı. Burada fotoğraf çektirmek isteyenleri bekliyorlar tabii benim içinde ilk karşılaşma. Meydanda kızarmış muz ve başka yiyecekler satan seyyar arabalı satıcılar ve bol miktarda güvercin var. Meydanın ortasında 1846 yılında İtalyan Pietro Tenari tarafından yontulmuş olan Simon Bolivar heykeli sizi karşılamakta.
Kristof Kolomb'un adıyla anılan ülke topraklarına kendisi hiç ayak basmamış. Kolombiya toprakları, 16. yüzyılın başlarında Ganzalo Jiménez de Quesada [3] ve Sebastian de Belalcázar [6] komutasındaki İspanyollar tarafından bulunmuş ve sömürge hâline getirilmiş.
Meydanın ortasında durup soldan sağa dönerek gidersek sırasıyla şu binalar var: Bogota Katedrali, Capilla Del Sagrario Kilisesi - Bogota Başpiskoposluğu - Ulusal Kongre - Palacio Liévano yani Bogota Belediye Başkanlığı- Alfonso Reyes Echandia [7] Adalet Sarayı. Buraya kadar gelip Pablo Escobar’ı anmamak olmaz. Adalet Sarayı baskını, M19 Hareketi [7] ve Pablo Escobar’ı [8] notlarda okuyabilirsiniz.
Biz Başpiskoposluğun yanındaki yoldan yürümeye devam ettik. Yolun sağında College of St. Bartholomew ve bahçesinde Camilo Torres’in [9] bir heykeli var. Sonra hemen Saint Ignatius of Loyola Kilisesi geliyor. Kilisenin karşısında birkaç anka kuşu palmiyesiyle çevrili bir bahçede Fransız Heykeltraş Charles Raoul Verlet (1857-1923) eseri olan filolog Rufino José Cuervo'nun [10] anıtı bulunuyor. Anıtın arkasındaki binalardan biri Antonio Nariño'nun [11] İnsan Hakları'nın ilk çevirisini düzenlediği İnsan Hakları Evi ve diğeri ise Bölgesel Kostümler Müzesi'nin faaliyet gösterdiği Bolivar’ın sevgilisi Manuelita Sáenz'in [12] konutu imiş.
Kostüm müzesi bir Etnografya Müzesi ve sömürge dönemine özgü etnik ve yerli giyim ürünleri ile dikiş gereçleri sergilenen köklü bir giysi müzesi. İnternette sanal olarak gezilebiliyor. https://www.uamerica.edu.co/museodetrajes/ Bu müzenin karşısında Museo Colonial var. http://www.museocolonial.gov.co/Paginas/Inicio.aspx Diğer adıyla Bogotá Sömürge Müzesi 17. yüzyıldan kalma bir bina olan Casa de las Aulas’da bulunuyor. Sergilenen parçalar, çoğunlukla 19. yüzyılın sonlarında Bogota'nın yüksek sosyetesinin sahip olduğu özel koleksiyonlardan gelmiş. Müzede şu anda şövale resimleri, tekstiller, heykeller, mobilyalar, gümüş eşyalar, nümizmatikler, baskılar ve el yazmaları dahil olmak üzere 1.577 parça bulunuyor. Müze, Yeni Granada sömürge ressamı Gregorio Vásquez de Arce y Ceballos'un şövale resimleri ve kendisine atfedilen eksiksiz bir dizi çizim koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Sokağın karşısında Doris Ortiz Kolombiya El Sanatları isimli bir dükkan biraz ilerisinde solda Opera Oteli karşısında Manuel del Socorro Rodriguez [13] evi var. Rodriquez’in evinin hemen yanındaki şu anda Dışişleri Bakanlığı olan San Carlos sarayı eskiden Kolombiya Devlet Başkanı'nın resmi konutuymuş.
İki binanın birleştiği köşenin duvarında Simon Bolivar isminin geçtiği bir tabela var. Bu yerin tarihte ikonik bir yer olmasının sebebi, Simón Bolívar'a 25 Eylül 1828 gecesi bu binada suikast girişiminde bulunuluyor. Çatışma sesleriyle uyanan Bolivar'ı sevgilisi Manuela Sáenz, pencereden atlayıp kaçmaya ikna ediyor. Daha sonra suikastçileri Bolivar'ın binada bir yerde olduğuna ikna edip ve onları odalara sokuyor sonra yolunu şaşırmış gibi yapıyor, böylece suikastçıları oyalayıp Bolivar'ın uzaklaşmasını sağlıyor. Cesareti, Bolivar'ın daha sonra Manuela’ya " Libertadora del Libertador " “Kurtarıcının Kurtarıcısı” demesine neden oluyor. Dış işleri bakanlığının sol duvarında çok güzel mavi çiniden Portekiz’i anımsatan eski bir deniz manzarası ve üstünde Portekiz Bayrağındaki arma var. Sokak isim tabelaları çinidendi.
Bu binanın karşısında Teatro de Cristóbal Colón yani Kristof Kolomb Tiyatrosu var. Burası 2400 m²'lik bir alan üzerine İtalyan Mimar Pietro Cantini tarafından inşa edilmiş Kolombiya’nın ulusal tiyatrosu imiş. Stili neoklasik ve cephesi Toskana Dor düzeninde, oyma taştan yapılmış ve birbirinden iki taş kornişle ayrılmış üç bölümden oluşmakta imiş. İçini göremedik ama resimlerinden gördük ki çok güzelmiş.
Tiyatronun hemen yanında 1985 yılında açılan Casa Rafael Pombo Vakfı, https://fundacionrafaelpombo.org/ şair José Rafael de Pombo y Rebolledo [14] doğduğu evde bulunuyor. Kolombiyalı çocuk edebiyatının şairi ve yazarına ölümünden sonra bir saygı duruşu olarak, çocuklara ve gençlere adanmış tüm edebi eserlerini barındıracak bir kütüphane kurulmuş. Bu binanın duvarında ayrıca bir tabela daha vardı:
ÜLKENİN İLERİ GELENLERİNDEN EMİGDİO BENITEZ PLATA [15] BU EVE GELDİ. HUKUKUN ÜSTADI ÖĞRENCİLERİNE ÖZGÜRLÜĞÜ SEVMEYİ VE ADALETİ SAVUNMAYI ÖĞRETTİ, ÜLKEYE HİZMET ETTİ VE ONUR VERDİ. 6 TEMMUZ 1816'DA GADALSO'DA ÖLDÜ.æ
Devam edip yolu karşıya geçince bu sefer solda Askeri Müze var. Müze, 19. yüzyılda Kaptan Antonio Ricaurte'nin evi olarak kullanılan binada açılmış. Üniformalar, silahlar, madalyalar, uçaklar, ölçekli gemi modelleri ve bazı tam boyutlu araçlar da bahçede gösterilmekte. Dokuz odası ve iki avlusu var. Müzenin karşısında ise Caro y Cuervo Müzesi var daha önce heykelini gördüğümüz dilbilimci Rufino José Cuervo Urisarri'nin [10] doğduğu ev bulunmakta. Kolombiya'da dilin gelişiminin 250 yıllık tarihine tanık olan bina 1974 yılında mimari ve kültürel miras ilan edilmiş. Zamanına göre oldukça geniş ve rahat olan ev, kolonyal mimarinin genel özelliklerini taşıyor: çivili merkezi bir kapı, kemerlerle çevrili taş kaldırımlı bir bahçe, ortada fıskiyeli bir havuz, sokağa bakan balkonlar, çamur çatı. 18. yüzyılda siyasi ve entelektüel güce sahip ailelerin yaşadığı bölgede inşa edilen bu ev, bugün Bogotá'nın tarihi merkezinin bir parçası.
Sonra sırasıyla Eduardo Santos Evi, Luis Carlos Galán Demokrasi Geliştirme Enstitüsü, Maria Teresa Sosyal Grup Vakfı ve Bogotá Müzesi (Samano Evi) (Yedi Balkonlu Ev) geliyor. https://idpc.gov.co/museo-de-bogota/ Bogota müzesi, Jeolojik oluşumdan günümüze Bogota'nın tarihi hakkında bilgi edinmek istiyorsanız harika müze. Orada şehrin kökeni, yıllara göre ulaşım sistemleri, tarihi olaylar ve suyun topluma nasıl dağıtıldığı hakkında bilgiler bulabilirsiniz. Sola dönüp yola devam ettiğinizde yine solunuza Miguel Urrutia Sanat Müzesi MAMU [16] müzesi geliyor. https://www.banrepcultural.org/bogota/museo-de-arte. Miguel Urrutia Sanat Müzesi, Botero Müzesi, Altın Müzesi, Luis Ángel Arango Kütüphanesi ve Madeni Para ve Banknot müzesi ile birlikte Kolombiya Merkez Bankasının bir parçası. 2016 yılında müzenin ismi Kolombiyalı ekonomist ve akademisyen Miguel Urrutia Montoya'ya bir saygı duruşu olarak Cumhuriyet Bankası Sanat Müzesi'nden Miguel Urrutia Sanat Müzesine çevrilmiş. 2013 yılından bu yana müzede, beş bölümde 800'den fazla sanat eseri sergiliyor.
Yolun sonunda dört yol ağzında solunuza, önünde bilgeliğin, tıbbın, ticaretin, el sanatlarının, şiirin, genel olarak sanatların ve sonrasında ise savaşın Romalı tanrıçası Minerva heykeli bulunan Luis Ángel Arango Kütüphanesi https://www.banrepcultural.org/bogota/biblioteca-luis-angel-arango geliyor ki, dünyanın en büyük ve en önemli kütüphanelerinden biri. Koleksiyonunda yaklaşık 2.000.000 eser var. Kütüphane, adını 1947'den 1957'ye kadar Kolombiya'daki "Banco de la Republica"nın genel müdürü ve 2000'lerin kültür ve edebiyat şampiyonu olan avukat ve iş adamı Luis Angel Arango'dan almış. Sağınıza ise Nuestra Señora de la Candelaria Kilisesi geliyor. Meryem Ana'ya adanmış sömürge kökenli tapınak, Augustinian College of San Nicolás'ın uzun yıllar faaliyet gösterdiği San Nicolás de los Agustinos Recoletos'un eski manastırının bir parçasıymış. Yapı, ana veya orta ve iki yanal olmak üzere üç neften oluşmuş ve ön cephesinde iki kulesi var. İnşasına 1686'da başlanmış ve 1703'te tamamlanmış, daha sonra 2003-2005 yılları arasında tamamen restore edilmiş. Tapınak, kolonyal kökenli dini sanatın önemli eserlerini barındırmakta.
Kilisenin bulunduğu yoldan aşağı indiğinizde solunuzda meşhur Botero Müzesini https://www.banrepcultural.org/bogota/museo-botero görüyorsunuz. 2000 yılında Fernando Botero, Banco de la República'ya 208 parçalık bir sanat koleksiyonu bağışlıyor. Bunlardan 123'ü kişisel eseri ve 85'i ünlü uluslararası sanatçılardan oluşan özel koleksiyonundan. Bu koleksiyona dayanarak Botero Müzesi kurulmuş. Müze, Bogota'nın tarihi bir bölümü olan La Candelaria semtinde, 1955 yılına kadar başpiskoposun ofisi olarak hizmet veren kolonyal bir evde yer almakta. Fernando Botero'yu hiç duymamış olsanız bile, tehlikeli diktatörler, çevik dansçılar, köpekler ve kuşlar da dahil olmak üzere tombul karakterlerden oluşan oldukça farklı resimlerinden bazılarını muhtemelen tanıyacaksınız. Kolombiya'nın yaşayan en ünlü sanatçısı aynı zamanda üretken bir heykeltıraş. Botero Müzesi'nin doğu kanadında, modern resim ve heykelin gelişimini tam olarak görebileceğiniz 85 sanat eserini sergileniyor. En eski eser Camille Corot'un Gitane au tambourin'i (1862 öncesi) ve en son eser Barceló'nun (1998) büyük yağlı boya tablosu. Picasso, Leger, Renoir, Monet, Dali, Giacometti, Beckmann, Freud, Calder ve Bacon gibi ünlü sanatçıları bir araya getiren bu koleksiyon, Botero Müzesi'ni Latin Amerika'daki en önemli beş uluslararası sanat koleksiyonu arasına yerleştirmiş.
Dışarı çıkıp sola döndüğünüzde hemen yandaki binalar Museo Casa de Moneda https://www.museocasadelamoneda.es/ yani Madeni Para ve Banknot müzesi. Kolombiya Eski Darphanesinin olduğu yerde kurulan müze kendi türünde dünyanın en önemlilerinden biri. Ulusal ve Kraliyet Darphanesi ve Pul Matbaası tarafından basılan sikke, banknot, nümismatik, filateli, tahvil, piyango ve diğer oyunları inceleyip, tarihi kütüphaneyi, sanatsal koleksiyonları, makine ve aletlerin önemli koleksiyonlarını görebilirsiniz. Karşısında Luis Ángel Arango Konser Salonu var. https://www.banrepcultural.org/actividad-musical/la-sala/programa-tu-visita
Yola devam edip aşağı doğru yürürseniz yine solunuza Doris Ortiz Kolombiya El Sanatları isimli sokakta muhtelif tablolar satan başka bir dükkan ve tadilattan çıkmış beyaz güzel bir ev geliyor. Bu ev José Miguel Pey’in eviymiş. [17]
Buradaki tabelada ise şöyle yazıyor:
BU EV, KURTARICININ BOGOTA'DA OTURDUĞU SON EVDİ. 8 MAYIS 1830'DA BURADAN ASLA GERİ DÖNMEMEK ÜZERE AYRILDI.
Bu evin yanında Kolombiyalı dansçı, koreograf ve folklorist Delia Zapata Olivella Ulusal Sanat Merkezi, https://eneldelia.gov.co/ karşısında Gabriel Garcia Marquez [18] Kültür Merkezi var. Yine aşağı doğru devam ettiğinizde sağınıza dini eşyalar satan bir mağaza ve iki adet yöresel restoran geliyor.
Kaydettiğim yemek isimleri şunlar: Ajiaco Santafereno (Farklı patates türleri, tavuk göğsü ve mısır ile yapılan çorba), Bandeja Paisa (Karışık tabak) (Domuz eti ile pişirilmiş kırmızı fasulye, beyaz pirinç, kıyma, chicharrón (Domuz derisi), yumurta, muz, chorizo (domuz sosis), arepa (Mısır pidesi), hogao sosu, siyah muhallebi, avokado ve limon.) Costillas BBQ (Barbekü Kaburga), Sancocho de pollo (Tavuk Güveç), Churrasco (Biftek), Pasta Marinera (Deniz ürünlü makarna), Chocolate Santafereno, (Tuzlu peynirli sıcak çikolata) Tamal, (İçinde çeşitli malzemeler olan hamurun, mısır veya muz yaprağına sarılarak pişirilmesiyle hazırlanan yiyecek.) Caldo Con Costilla (Kaburga ile Et Suyu), Calentado (Dünden kalan ve yeniden ısıtılan artıklardan oluşan geleneksel bir Kolombiya kahvaltısı) Changua (Yumurta ve süt Çorbası), Peto (Beyaz veya sarı mısır, süt, esmer şeker ve tarçın ile yapılan tatlı), Sancocho (Genellikle bir et suyunda servis edilen büyük et parçaları ve sebzelerden oluşun bir çorba), Cazuela de frijoles (Fasulye Güveç), Parrillada mixta (Karışık Izgara), Punta de Anca (Kalça Eti), Patacones Con Hogao (Domates-soğan Soslu Kolombiya Usulü Kızarmış Muz)
Yolun devamı yine Plaza Bolivar’a çıkıyor bende boş zamanda ana katedrali gezeyim dedim ancak kapısı kapalıydı ancak yanındaki Capilla del Sagrario Kilisesi - Tabernacle Chapel açıktı. Ana giriş kapısından sonraki ara ağaç seperatör ve tavanı çok güzel ama diğer yerler çok sade. Dışarı çıktığımda Salsa yapan bir çift vardı. Adam para için dans gösterisi yapıyordu yoldan geçen bayan ise ona eşlik ediyordu.
Buluşma yerine geri dönerken değişik yerel kıyafetli saçları uzun iki erkek gördüm. Bu topluluğa Arhuaco deniyormuş. Chibchan dilini konuşan kuzey Kolombiya'da Sierra Nevada de Santa Marta'da yoğunlaşan Tairona kültürünün torunları imiş. Kıyafetleri beyaz bir tunik ve keçeden bir şapka ve çok güzel el yapımı heybe şeklinde çantalar taşıyorlar. Genelde Bogota'da ve diğer büyük Kolombiya şehirlerinde hem erkekler hem de kadınlar arasında moda olan el yapımı çantalar yapıp satıyorlarmış. Kolombiya yerli halkları : 1- Arhuacos ; 2- Guambiano; 3- Muisca ; 4- Paez; 5- Pijao; 6- U’wa; 7- Embera; 8- Macuna; 9- Motilon; 10- Kogi; 11- Nukak; 12- Tikuna ;13- Yol; 14- Witoto; 15- Zenu. Kolombiya'nın yerli kabileleri 16. yüzyılda İspanyolların gelişinden önce bölgede bulunan etnik gruplar. Nüfusun yalnızca% 3,5'ini oluşturmalarına rağmen, yaklaşık 87 farklı kabileye dağılmış yaklaşık 1,5 milyon insanı temsil ediyorlarmış.
Bir lama ile dolaşan genç bir çift gördüm. Hanım yoldan geçen çiftleri Lama ile fotoğraf çekmeye ikna ediyor, delikanlıda fotoğraflarını çekiyor böylece yollarını buluyorlar.
Calle de los Amigos (Arkadaşlar Sokağı) ‘dan otobüse yürümeye başladık. Yol üzerinde solda yine Askeri Müzeyi gördük. Sonra gelen El Camarín del Carmen isimli bina zaman içinde farklı işlevleri yerine getiren bir yapı imiş. Yemek salonu isimli bölümü 1655 yılında dini, daha sonra askeri ve eğitim amaçlı olarak kullanılmış şu anda 500 kişilik bir tiyatro salonu imiş. Kapalı bir fıçının yarısı şeklinde çok değişik bir balkon çıkıntısı var. Ne dediğimi ancak yukarıdaki fotoğrafına bakarak anlayabilirsiniz. Duvarında Isabel Lleras Restrepo de Ospina isimli Kolombiya’lı kadın şairin şehrin bu eski bölümü olan “La Candeleria” ile ilgili bir şiiri mermere işlenmiş olarak duruyor.
Daha sonra Colegio Salesiano de Leon XIII geliyor. Kolombiya’daki Salesian Topluluğu tarafından yönetilen özel bir eğitim kurumu, San Juan Bosco [19] felsefesine dayalı bir eğitim sağlıyormuş. Hemen yanında Don Bosco’nun bir heykeli ve Santuario Nuestra Señora del Carmen Kilisesi var. Kilise kendine özgü kırmızı-beyaz çizgili cephesiyle göze çarpıyor. Floransa Gotik Tarzında inşa edilen kilise, Bizans ve Mağribi dokunuşlarıyla tanınıyor ve kolonyal mahallenin fonunda güzel bir şekilde öne çıkıyor. Mimar Giovanni Buscaglione tarafından tasarlanan kilisenin inşaatına 1926 yılında başlanmış. Buscaglione, özellikle Arapça ve İslami ifadeleri (Mısır ve Türkiye'deki seyahatleri sırasında ona ilham veren) Florentine Gotik stiliyle birleştirmesiyle, stilleri bir araya getirmesiyle biliniyormuş.
En son yolun karşısında Kolombiya Maliye Müfettişliği ve önünde III. Thutmosis heykeli var. 2002 yılında Mısır hükümeti tarafından bağışlanan kopya heykel iki metre yüksekliğinde. Thutmosis III'ün Mısır'ı MÖ 1554 ile 1304 yılları arasında yöneten 18. firavun hanedanının altıncı hükümdarı olduğu ve ülke tarihinde en çok çalışılanlardan biri olduğu biliniyor.
Buradan otobüslere binerek Zipaquira kasabasına doğru yola çıktık.
Yol üzerinde Iglesia de Nuestra Señora de Egipto Kilisesini yani La Candelaria kasabasının üst kısmında adının geldiği Mısır mahallesinde bulunan Katolik tapınağını, evlerin duvarlarındaki muhtelif grafitileri, Campin Stadyumunu, konserler için kapalı salon Movistar Arena’yı, Akıkırıkı Tavuk dükkanlarını, uzun burunlu Amerikan kamyonlarını, yol kenarlarına dizilmiş oyuncakları, Santa Cecilia isimli şehrin dış mahallelerini, Jardines de Paz mezarlığını gördük. Zipaquira şehrinin içinden geçip doğruca Zipaquira Tuz Katedraline gittik. Gabriel García Márquez [18] orta öğretimini Zipaquira’da tamamlamış. Onu da burada tekrar anmış olalım.
Zipaquirá Tuz Katedrali https://www.catedraldesal.gov.co/Paginas/default.aspx#gsc.tab=0 Cundinamarca'daki Zipaquirá şehri yakınlarındaki bir kayatuzu dağında yerin 200 metre altındaki tuz madeni tünelleri içinde inşa edilmiş bir yeraltı Roma Katolik kilisesi. Zipaquirá'daki tuz yatakları yaklaşık 250 milyon yıl önce oluşmaya başlıyor ve And Dağlarının oluştuğu Geç Tersiyer dönemde deniz seviyesinden yükseliyor. 70 milyon yıl önce bölge bir iç deniz haline geliyor. Doğu Dağları oluşurken, zamanla kuruyan deniz, toprağın ve çamurun altında gömülü muazzam bir tuz birikintisi bırakmış ve bu tuz katılaşarak bugünkü kayaları oluşturmuş. Şu anda Zipa tepesinde (en önemli yerli şefinin adı), ve deniz seviyesinin 2.652 metre yükseğinde ve ortalama 14˚C sıcaklıkta bir yer. Kayatuzu madenleri MÖ 5. yüzyıldan beri Kolomb öncesi Muisca kültürü tarafından zaten işletilmekteymiş. Yeraltı kilisesi inşa edilmeden yıllar önce (1932 civarında), madenciler, çalışmaya başlamadan önce azizlere dua ettikleri küçük bir yer oymuşlar. 1950'de daha büyük bir yer oyulmaya başlanmış ve Tuz Katedrali olarak 1954'te madencilerin koruyucu azizi Meryem Ana'ya ithaf edilmiş. 1991'de ise eski katedralin 180 metre altında yeni bir katedralin inşasına başlanmış ve bu yeni Katedral 1995'te açılmış. İnşası için 250 bin ton kaya tuzu çıkarılması gerekmiş. Bu da madenin, dünyadaki en büyük kaya tuzu yatağı olduğunun kanıtı sanırım. "Maden olduğu unutulmasın diye" fazla aydınlatılmayan Tuz Katedrali'ne girerken ağır bir gaz kokusunun yüze vurduğunu hissediyor ve minerallerin kokusunu alabiliyorsunuz.
Madenin ana bölümleri şunlar: Çarmıh Durakları: Kilisenin girişinde, İsa’nın son yolculuğunda yaşananları anlatan, çarmıhtaki durakları temsil eden 14 küçük şapel bulunmaktadır. Her istasyon, kayatuzu yapıya oyulmuş bir haç ve birkaç diz çökmek için platforma sahip. Kubbe: Ana giriş rampasının sonunda yer alıyor. Ziyaretçiler buradan alçak kabartmalı haç odalarına, balkona ve Narteks labirentine iniyor. Üç nef: İsa'nın doğumunu, vaftizini, yaşamını ve ölümünü ve nihayet dirilişini temsil ediyormuş.
Burada Michelangelo’nun 1511 yılında İtalya’daki Sistine Şapeli’nin tavanına yaptığı Adem’in yaratılışı freskinin kabartma heykel şeklindeki kopyasını ayrıca Vatikan’daki Aziz Petrus Katedralinde bulunan yine Michelangelo’nun yaptığı Meryem’in kucağında İsa’nın cansız bedenini tuttuğu meşhur heykel “Pieta”’nın kopyası görülebilir. Dört büyük silindirik sütun, Dört Müjdeciyi temsil ediyor. Hristiyan geleneğinde, Dört Müjdeci Matta Mark, Luka ve Yuhanna'dır. Ziyaretçiler, ana kısımdaki 16'ya 10 metre boyutlarındaki büyük haçın tam karşısındaki terasta fotoğraf çektiriyor. Kaya tuzundan yapılmış hediyelik eşya ve zümrüt takıların satıldığı yaklaşık 20 dükkanlık çarşıdan sonra duvarında Muisca medeniyetine ait kutsal bir ağacın ve birçok sembolün işlendiği kabartmayı barındıran yer Zipaquira Tuz Katedrali'nin son durağı oluyor. Katedral, Pazar günleri 3.000 kadar ziyaretçi alan, işleyen bir kilise, ancak piskoposu yok ve bu nedenle Katoliklikte katedral olarak resmi bir statüsü yok.
Akşam otele döndüğümüzde hava kararmıştı. Bende dışarı çıkıp biraz dolaşıp yemek yemek için yer baktım. Parque de la 93 çevresinde dolaştım ve Bogota Beer Company Pub Parque 93 isimli yerde mozzarella çubukları ve üç peynirli pizza yedim, yerel Kolombiya biralarını denedim. 88.372 Kolombiya Pezosu ödedim. Sonrada otele dönüp yattım.
Merhaba, açıklamalar için yazıdaki sayının üzerine tıklarsanız açıklamaya gelirsiniz. Açıklamadaki sayıyı tıklarsanız yazının ilgili bölümüne geri dönersiniz.
Aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır:
Colombia Travel Guide (Lonely Planet) - Kevin Raub
Colombia Travel Guide The Top 10 Highlights in Colombia (Globetrotter Guide Books) (Marc Cook)
The Rough Guide to Colombia (Travel Guide Book) (Daniel Jacobs, Stephen Keeling)
Latin Amerika Tarihi - John Charles Chasteen
Latin Amerika'nın Kesik Damarları - Eduardo Galeano
AÇIKLAMALAR:
[1] Francisco José de Paula Santander y Omaña (1792 - 1840): 1810-1819 bağımsızlık savaşı sırasında Kolombiyalı bir askeri ve siyasi liderdi. Yeni Granada Birleşik Eyaletleri (bugünkü Kolombiya). 1819 ile 1826 arasında Gran Colombia'nın Başkan vekili olarak görev yaptı ve daha sonra Kongre tarafından 1832 ile 1837 arasında Yeni Granada Cumhuriyeti Başkanı olarak seçildi. Santander , "Kanunların Adamı" olarak biliniyormuş.
[2] San Francisco Sarayı, Kolombiya'nın başkentinde 20. yüzyılın başlarında moda olan Cumhuriyet tarzının bir örneğidir. Bu bina inanılmaz süslü bir iç mekana sahiptir ve 1918-1933 yılları arasında Fransız mimar Gaston Lelarge tarafından inşa edilmiştir. 1997 yılına kadar Saray, Cundinamarca Hükümeti'nin karargahıydı. 1984 yılında ulusal bir anıt ilan edildi ve şu anda şehrin en büyük okullarından biri olan Nuestra Senora del Rosario tarafından kullanılıyor.
[3] Gonzalo Jiménez de Quesada (1509-1579) Kolombiya Cumhuriyeti'nin çekirdeğini oluşturacak olan Yeni Granada Krallığı olarak adlandırdığı bölgeyi fetheden Korgeneral rütbeli İspanyol avukat ve fetihçi. 1538'de Kolombiya'nın şu anki başkenti olan Santafé de Bogota şehrini kurdu . 1556 ile 1557 yılları arasında Cartagena'yı yönetti ve son seferini 1569 ile 1572 yılları arasında El Dorado'yu aramak için gerçekleştirdi.
[4] Jorge Eliécer Gaitán Ayala (1903-1948) sol görüşlü bir Kolombiyalı politikacı ve Liberal Parti'nin karizmatik lideriydi. 1936-37 yılları arasında Bogotá belediye başkanı , 1940-41 yılları arasında ulusal Eğitim Bakanı ve 1943-44 yılları arasında Çalışma Bakanı olarak görev yaptı. 1948'deki ikinci başkanlık kampanyası sırasında suikasta kurban gitti , Bogotazo'yu!* başlattı ve Kolombiya tarihinde La Violencia “Şiddet” olarak bilinen (yaklaşık 1948'den 1958'e kadar) şiddetli bir siyasi huzursuzluk dönemine yol açtı. Gaitanismo olarak bilinen fikirleri , Kolombiya'da bir liberal sosyalizm biçimi olarak görülüyor .
*El Bogotazo ("Bogotá"dan geliyor), Kolombiya'nın Bogota kentinde Liberal lider ve başkan adayı Jorge Eliécer Gaitán'ın 9 Nisan 1948'de Başkan Mariano Ospina Pérez hükümeti sırasında öldürülmesini izleyen büyük isyanları ifade eder. 10 saatlik isyan, Bogota şehir merkezinin büyük bir kısmının yıkılmasına neden oldu. Gaitan'ın öldürülmesinin artçı şoku kırsal kesime yayılmaya devam etti ve on sekiz yıl önce, 1930'da başlayan ve muhafazakar partinin hükümetten düşmesi ve liberallerin yükselişiyle tetiklenen bir şiddet dönemini tırmandırdı. 1946 cumhurbaşkanlığı seçimleri, liberallerin düşüşünü getirdi ve muhafazakar Mariano Ospina Pérez'in başkanlığı kazanmasına izin verdi. İkisi arasındaki iktidar mücadelesi, Kolombiya tarihinde La Violencia ("Şiddet") olarak bilinen ve yaklaşık 1958'e kadar süren ve günümüze kadar devam eden iç çatışmanın büyüdüğü bir dönemi yeniden tetikledi.
[5] Simón José Antonio de la Santísima Trinidad Bolívar y Palacios Ponte-Andrade y Blanco (1783-1830) genellikle bilinen ismiyle Simón Bolívar Güney Amerikalı El Liberdator lakaplı aristokrat, devrim önderi, on bir yıl boyunca yönettiği Büyük Kolombiya'nın kurucusu ve ilk devlet başkanı. Kolombiya, Venezuela, Ekvador, Peru ve Bolivya'nın bağımsızlığını sağladı; İspanyol İmparatorluğu'na karşı başlatılan bağımsızlık hareketinin siyasi ve askerî lideri oldu. "Güney Amerika'nın George Washington'u" olarak da adlandırılmaktadır.
[6] Sebastián de Belalcázar (1480 - 1551), İspanyol fatih. Nikaragua, Ekvador ve Kolombiya'nın güneybatısını fethetmiş, Ekvador'da Guayaquil, Kolombiya'da Popayán kentlerini kurmuştur.
[7] Alfonso Reyes Echandía (1932-1985) Kolombiyalı bir hukukçu , yargıç ve profesördü. Kolombiya Yüksek Adalet Divanı'nın başkanıydı. Kolombiya Yüksek Adalet Divanı'nın başkanı iken 1985'te Kolombiyalı bir şehir gerilla örgütü olan M-19 olarak bilinen 19 Nisan Hareketinin * Adalet Sarayı baskınında sonradan yapılan araştırma ile gerillalar tarafından değil kurtarma harekatı yapan Kolombiya Ulusal Ordusu tarafından öldürüldüğü anlaşılmış.
*M-19 olarak bilinen 19 Nisan Hareketi: Kolombiyalı bir şehir gerilla örgütüydü. 1970'teki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki usulsüzlüklerden sonra ortaya çıktı. Hareket, Kolombiya'daki iç silahlı çatışmaya 1974'ten lağv edildiği 1990'a kadar katıldı. Hareketin ideolojileri milliyetçilik ve demokratik sosyalizm idi, birincil hedefi Kolombiya'da bir demokrasi kurmaktı.
[8] Pablo Emilio Escobar Gaviria (1949-1993) Kolombiyalı uyuşturucu lordu ve Medellín Karteli'nin kurucusu. Escobar, başta DEA olmak üzere çeşitli kurumlar tarafından ilk ve en ünlü "narko-terörist" olarak tanımlanmaktadır. Yapmış olduğu uyuşturucu ticaretinin en parlak döneminde Dünya'nın en zengin 7. insanı olmuştur. "Kokain Kralı" olarak da adlandırılan Escobar'ın, öldüğü zaman servetinin yaklaşık 30 milyar dolar (2019 enflasyonuyla 58,7 milyar dolar) olduğu tahmin edilmektedir. Uyuşturucu sektöründe farklı uyuşturucu kartellerini bir araya getirerek kokain ticaretini tekelleştirmesi, devrim niteliğinde bir etki yaratmıştı. 1980'lerden 1991'e kadar lideri olduğu Medellín Karteli; başta Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Amerika olmak üzere birçok bölgede büyük çaplı uyuşturucu ağları oluşturmuştur. Uyuşturucu kaçakçılığının yanı sıra Kolombiya Hükûmeti'ne savaş ilan etmiş; güvenlik birimlerine, kamu çalışanlarına ve sivillere karşı bombalı ve silahlı eylemler gerçekleştirmiştir. Escobar, en az 4000 kişinin ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Ayrıca M-19 gibi yasa dışı örgütler ve Küba için kaçak silah ticareti yapmış, kara para aklamıştır. İşlediği uyuşturucu kaçakçılığına dair suç kayıtlarını sildirmek için, Kolombiya'da faaliyet gösteren ayrılıkçı M-19 adlı silahlı örgütü finanse etmiş ve örgütün başkent Bogota'da bulunan Adalet Sarayına saldırıp, üst düzey yargıç ve hakimleri rehin alıp, öldürmesine ön ayak olmuştur.
[9] José Camilo Clemente de Torres Tenorio (1766 - 1816) Bugün Kolombiya olan New Granada'nın ilk bağımsızlığı hareketine liderlik eden Kolombiyalı bir avukat, entelektüel ve politikacıydı . Hitabet yeteneğinden dolayı tarihe “Devrimin Sözü” olarak geçti .
[10] Rufino José Cuervo Urisarri (Bogotá, 19 Eylül 1844-Paris, 17 Temmuz 1911) önde gelen Kolombiyalı filolog, sözlük bilimci, hümanist ve akademisyendir. İspanyol dilindeki kelimelerin kökenini ve anlam değişikliklerini kapsamlı bir şekilde araştıran büyük boyutlu bir sözlükbilim çalışması olan “İspanyol Dilinin Yapısı ve Rejimi Sözlüğü”' nün yaratıcısıdır.
[11] Antonio Amador José Nariño y Álvarez del Casal ( 1765 - 1823 ), Yeni Granada Valiliği'nin bağımsızlığının ilk günlerine katılan Kolombiyalı bir siyasetçi ve askerdi . İspanyol İmparatorluğu'ndan kurtuluşunun öncülerinden kabul edilir.1793 yılında İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin İspanyol Amerika’sı için ilk çevirisini yapmış.
[12] Doña Manuela Sáenz de Vergara y Aizpuru (1797 - 1856), kadın hakları konusunda broşürler dağıtarak devrimci amacı destekleyen Ekvador’lu bir devrimci kahraman. 1822'de Simón Bolívar ile 1830'daki ölümüne kadar süren sekiz yıllık bir işbirliği ve yakın ilişki yaşadı. Şimdi 19. yüzyıl bağımsızlık savaşlarının sembolü bir feminist olarak kabul ediliyor.
[13] Manuel del Socorro Rodríguez de la Victoria ( 1758 - 1819) Yeni Granada'da yaşayan Kübalı bir kütüphaneci, gazeteci, deneme yazarı ve şairdi. Yeni Granada Aydınlanma hareketinin en etkili aktörlerinden ve Amerika'daki sömürge döneminin en önde gelen gazeteci ve kütüphanecilerinden biriydi.
[14] José Rafael de Pombo y Rebolledo (1833-1912), Bogotá'da doğan Kolombiyalı bir şairdi . Bir askeri okulda matematikçi ve mühendis olarak eğitim gören Rafael Pombo, orduda görev yaptı ve Washington'da Elçilik Sekreteri olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Diplomatik görevini tamamladıktan sonra, New York'ta D. Appleton & Company tarafından Anglo-Sakson sözlü geleneğinden İspanyol tekerlemelerini tercüme etmesi için işe alındı . Kapsamlı ve çeşitli edebi eserlerine rağmen, Rafael Pombo daha çok çocuk edebiyatına yaptığı bu katkıyla hatırlanır. Amerika Birleşik Devletleri'nde on yedi yıl geçirdikten sonra Rafael Pombo, ünlü bir tercüman ve gazeteci olarak çalıştığı Kolombiya'ya döndü. 20 Ağustos 1905'te Kolombiya'nın en iyi şairi olarak taç giydi.
[15] Emigdio Benítez Plata ( 1788-1816 ), Bolívar'ın özgürleştirici ordularının albayı olması, Kolombiya Bağımsızlık Yasası’nı imzalaması ve Francisco de Paula Santander’in öğretmeni olmasıyla tanınıyor. Daha sonra 20 Temmuz devrimine federal tarafta yüksek cuntanın bir üyesi olarak katılmış ve kongrelerde milletvekili olarak görev yapmış. 1816'da Yeni Granada'nın Yeniden Fethi sırasında yakalanmış ve El Socorro yakınlarındaki bir çiftlikte idam edilmiş.
1-İlk modern zamanlar (XVI–XVIII yüzyıl) : Antonio Acero de la Cruz , Angelino Medoro , Yaşlı Jan van Kessel , Genç Jan Brueghel , Giovanni Francesco Maineri , Genç Pieter Brueghel ,
2-Kopuşlar ve Süreklilikler (XIX yüzyıl): Kolombiyalı sanatçılar: Ramón Torres Méndez , Andrés de Santa María , Francisco Antonio Cano Cardona , Ricardo Acevedo Bernal ve Pedro José Figueroa.
Bu çağdaki uluslararası sanatçılar: Chuck Close , Henry Price , Vik Muniz , François Désiré Roulin , Paul Gauguin , Jean-Baptiste-Louis Gros ve Felipe Santiago Gutiérrez.
3-Avangard Yenilenme (1910–1950) : Kolombiyalı sanatçılar: Josefina Albarracín , Rómulo Rozo , Ignacio Gómez Jaramillo , Francisco Antonio Cano Cardona , Sergio Trujillo Magnenat , Marco Tobón Mejía, Andrés de Santa Maria, Hena Rodríguez, Marco Tobón Mejía, Eladio Vélez.
Bu dönemdeki uluslararası sanatçılar: Rafael Barradas , Pedro Figari , Joaquín Torres-García , David Alfaro Siqueiros ve Armando Reverón.
4-Klasikler, Deneyseller ve Radikaller (1950–1980): Kolombiyalı sanatçılar: Fernando Botero, Alejandro Obregón , Feliza Bursztyn , Miguel Ángel Rojas , Antonio Caro , Eduardo Ramírez Villamizar , Álvaro Barrios , Omar Rayo , Beatriz Gonzalez , Édgar Negret , Fanny Sanín , Enrique Grau , Miguel Ángeldu Rojas, Ramírez Villamizar , Olga de Amaral , Lucy Tejada , Oscar Muñoz ve Ana Mercedes Hoyos.
Uluslararası sanatçılar: René Portocarrero , Francisco Toledo , Carlos Cruz-Diez , Rufino Tamayo , Jesús Rafael Soto , Rogelio Polesello , David Alfaro Siqueiros , Julio Le Parc , José Luis Cuevas , Fernando de Szyszlo , Vicente Rojo Almazán , Julio Alpuy.
5-Genişleyen otuz yıllık sanat (1980'den günümüze) : Kolombiyalı sanatçılar: Doris Salcedo , Oscar Muñoz , Danilo Dueñas , Feliza Bursztyn , Juan Pablo Echeverri , Miguel Ángel Rojas , Beatriz Gonzalez , Olga de Amaral , María Fernanda Cardoso , Antonio Caro ve Álvaro Barrios.
Uluslararası sanatçılar: Ana Mendieta , Marta Minujín , Los Carpinteros , Cildo Meireles , Marco Maggi , Carlos Garaicoa , Alfredo Jaar , León Ferrari , Vik Muniz ve Gabriel Orozco.
[17]José Miguel Pey y Andrade ( 1763 - 1838 ) İspanyol asıllı Yeni Granadalı bir devlet adamı, avukat ve asker. Nueva Granada Yüksek Cuntasının başkanı ve 1811-1819, 1815 yılları arasında Nueva Granada Başkanı aynı zamanda Bogotá belediye başkanı.
[18] Gabriel García Márquez veya Gabriel José de la Conciliación García Márquez (1927 - 2014), tüm Latin Amerika'da Gabo lakabıyla bilinen Nobel Edebiyat Ödüllü Kolombiyalı yazar, romancı, hikâyeci ve oyun yazarı. 20. yüzyılın en önemli yazarlarından birisi olarak nitelendirilen Márquez, 1972 yılında Neustadt Uluslararası Edebiyat Ödülü'nü ve 1982 yılında da Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır.
Eserleri:
· Yaprak Fırtınası, 1955
· Hanım Ana'nın Cenaze Töreni,1962
· Şer Saati,1962
· Yüzyıllık Yalnızlık,1967
· Sevgiden Öte Sürekli Ölüm,1970
· Mavi Köpeğin Gözleri,1973
· Başkan Babamızın Sonbaharı,1975
· Kırmızı Pazartesi,1981
· Kolera Günlerinde Aşk,1985
· Labirentindeki General,1989
· On İki Gezici Öykü, 1992
· Aşk ve Öbür Cinler, 1994
· Benim Hüzünlü Orospularım, 2004
Yaprak Fırtınası: Bu uzun öykünün vurgulanması gereken özelliği, Márquez’in yalnızca Yüzyıllık Yalnızlık değil, daha sonraki yapıtlarının da arka planını oluşturan düşsel Macondo kasabasının ilk kez bu kitapta ortaya çıkmış olması. Dev bir muz şirketinin sömürüsünden artakalan çürümüşlük kokusunun kol gezdiği bu kasabada yapılmaması gereken bir cenaze töreninin öyküsü anlatılıyor. Tüm kasaba halkının nefret ettiği garip bir doktor ölmüş, yaşlı bir emekli albay da, sırf ona vermiş olduğu bir sözü yerine getirmek için halkın karşı koymasına rağmen yanında kızı ve torunuyla birlikte onu defnetme çabasına düşmüştür. Tıpkı Sophokles’in hoşgörüye dayalı bir ortak yaşamı ve birey haklarını savunduğu, bir direniş örneği gösteren ölümsüz tragedyası Antigone’de olduğu gibi. Cenazenin hazırlık aşaması ve Macondo’nun çeyrek yüzyıllık masalsı öyküsü, yarım saatlik bir süre içinde ve geriye dönüşlerle, bu üç kişinin farklı görüş açılarından anlatılmakta.
Albaya Mektup Yok :Ülkesi uğruna savaşarak yaptığı hizmetlerin karşılıksız kaldığını anlayan, emekliye ayrılmış yaşlı bir askerin öyküsü. Bir türlü gelmeyen emekli aylığını her cuma günü karısı ve horozuyla birlikte bekleyen emekli bir albayın komik ama bir o kadar da trajik hikâyesi. Gabriel García Márquez’in 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmesinde, hiç kuşkusuz, Albaya Mektup Yok’un da payı var. Büyülü gerçekçilik ustasının anlattığı her sahne, karakterlerin her davranışı, umarsız görünen bir dünyada yaşama sevincinin türküsünü söylüyor, ölüme ve yalnızlığa meydan okuyor. Her cümle, yaşamın uçsuz bucaksız boşluğunun suskunluğunu kırıyor.
Hanım Ana'nın Cenaze Töreni: Hanım Ana’nın ölümlü olduğu, Peder Antonio Isabel’in ileri yaşından gelen sezgilerinin dürtüsüyle sürekli uyarılmış olan bizzat Hanım Ana’nın ve kalabalık aile bireylerinin dışında, hiç kimsenin aklına gelmemişti. Ama o kendisinin, 100 yaşından fazla yaşayacağına güveniyordu, tıpkı 1875 Savaşı’nda Albay Aureliano Buendía’nın, çiftliğin mutfağında mevzilenmiş bir devriye koluna karşı koymuş olan ana tarafından büyükannesi gibi. Hanım Ana, bir federalist güruhunu açık bir atışmayla bizzat saf dışı bırakma şansını Tanrı’nın kendisine nasip etmeyeceğini, ancak o yılın nisan ayında anlayabilmişti.
Şer Saati: Adı belirsiz bir Güney Amerika ülkesinin adı belirsiz bir kasabasında, yağışlı, bunaltıcı bir sonbahar. Sıcak dayanılır gibi değil, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, fareler kilisenin temellerini kemiriyor, kasaba halkı bir dikta rejiminin boyunduruğunda inim inim inliyor. Bu sefil ülkede değişen tek şey, sık sık ve her seferinde kan dökülerek birbirinin yerini alan hükümetler. Sonra bir gün, kasabanın dulu Monteil’in çok önceden öngördüğü tuhaf bir olay yaşanıyor. Ama bir delinin kehanetine kim inanır ki? Birisi gece yarıları kasabalıların kapılarına fitne dolu yakıştırmalar asmaya başlıyor. Ardından biri vuruluyor. Ne var ki aynı zamanda polis şefi de olan belediye başkanı işi ağırdan alıyor
Yüzyıllık Yalnızlık: “Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş-on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.” Gabriel García Márquez
Başkan Babamızın Sonbaharı: Babamızın Sonbaharı, küçük bir Latin Amerika ülkesinde kendi zorbalığının kapanına kısılmış bir diktatörün öyküsü. Ölmekte olan bir diktatörün, Tanrı korkusu ile zalimlik arasında gidip gelen iç çatışmalarının anatomisi. Onun buyruğuyla işkence görenlerin, öldürülenlerin, onun yabanıl cinsel isteklerine boyun eğenlerin, ondan olma adsız çocukların gözünden betimlenen bir diktatörün, “yeryüzündeki en yalnız insanın portresi.
İyi Kalpli Eréndira: Eréndira, yaşlı büyükannesiyle birlikte yaşamaktadır. Bir gece mumları söndürmeyi unutunca evleri yanıp kül olur. Büyükanne, “Vah zavallı yavrum,” der Eréndira’ya, “bu talihsizliği bana ödemeye ömrün yetmeyecek.” O günden sonra acımasız büyükanne, torununu fahişe olarak çalıştırmaya başlar. “Bahtsızlığının rüzgârı” Eréndira’yı oradan oraya savurur. Özgürlük düşleri amansız gerçeklere zincirlidir. Ta ki Ulises adında altın saçlı bir delikanlı ortaya çıkıncaya kadar.
Kırmızı Pazartesi: İşleneceğini herkesin bildiği ancak engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayetin öyküsünü anlatıyor. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayeti kendine özgü eşsiz anlatımıyla aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın daha ilk sayfadan töre cinayetine kurban gitmesi ve bu cinayetin hangi dinamiklerin etkisiyle işlendiği geri dönüşlerle adım adım gözler önüne seriliyor. Kırmızı Pazartesi, bir cinayetin arka planını göstermekten öte, acımasız törelerin kıskacındaki bir halkın ortak davranış biçimlerinin portresini de çiziyor.
Kolera Günlerinde Aşk: Terk edilmiş bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayıp yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsü. Büyülü gerçekçilik akımının büyük ustası Gabriel García Márquez, bu romanı tam bir destana dönüştürüyor: aşkın, deli-akıllı, yabanıl-evcil, tensel-romantik tüm biçimlerinin pastoral bir şiirin büyüsüne büründüğü bir destan. 19. yüzyılın 20. yüzyıla dönüştüğü bir zaman dilimini kapsayan bu bitmeyen Aşkın gerisinde, çağdaşlaşma çabası içindeki bir toplumun sorunlarını, özellikle taşra kentsoyluluğunun saçmalıklarını ince bir alayla gözler önüne seriyor. Roman boyunca aşk acılarının lirik esintileri arasında, García Márquez’in insancıl mizahı sürekli olarak duyuruyor kendini.
Labirentindeki General: Bir “kurtarıcı”nın gerçek yaşamını dile getiriyor Márquez. Güney Amerika’yı İspanyol Amerika’sı olmaktan kurtarmaya, bağımsız, özgür yeni bir Amerika yaratmaya kendini adamış bir generalin ya da artık bitmiş bir diktatörün, yani Simón Bolívar’ın ölüme giden yolculuğunu, Magdalena Irmağı üzerinde yaptığı uzun ve son yolculuğu anlatıyor. Bu uzun seferi, geriye dönüşlerle, o benzersiz fantastik kurgu ve büyüleyici anlatımıyla işliyor. Irmak boyunca ona talihsizliklerini anlatan eski kurtuluş ordusu subayları ve erlerine karşı öylesine cömert davranmıştı ki, Turbaco’ya geldiğinde yolculuk için elinde bulunan maddi olanaklarının ancak dörtte biri kalmıştı. Dahası, eyalet yönetiminin dibi delik kasasında elindeki ödeme emrini karşılayacak kadar para olup olmadığını, ya da hiç değilse onu bir tefeciye havale etme olanağını araştırması gerekecekti. Derhal Avrupa’ya yerleşebilmesi konusunda, onca iyilik yaptığı İngiltere’nin minnettarlığına güveniyordu... Özlemlerine yaraşır bir dekor içinde, hizmetkârları ve en aza inmiş maiyetiyle birlikte yaşamını sürdürmek içinse Aroa Madenleri’ni satma hayaline güveniyordu.
On İki Gezici Öykü: Márquez’in 18 yıllık bir zaman diliminde aralıklarla tekrar tekrar kaleme aldığı kısa öyküleri bir araya getiriyor. Yıllar öncesinin gazete notları, senaryo ve TV dizisi taslakları, zamanla Márquez’in elinde usta işi, olağandışı birer öyküye dönüşmüş. On İki Gezici Öykü’deki kısa öyküler, García Márquez’in 1970’te yayımlanan başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık’ı anımsatan sahneler, olaylar ve imgelerle dolu. Márquez gerçeklik dünyasıyla düşler dünyasını buluşturmaktaki eşsiz yeteneğini bir kez daha ortaya koyuyor. “Şenlikli ve hayatın tuhaflıklarına dair şaşılası güzelliklerle dolu. Bu hikâyeler gücünü, ister iyi ister kötü, ister kaba ister saf olsun, Márquez’in karakterleri için hissettiği cömert şefkat duygusundan alıyor.” William Boyd
Aşk ve Öbür Cinler: Mezar yazıtı ilk kazma darbesiyle parça parça yerinden fırlamış, yoğun bakır renginde canlı bir saç yığını mezardan dışarı taşmıştı. Ustabaşı, işçilerinin de yardımıyla bunları tümüyle dışarı çıkarmak istedi, ama saçları ne kadar çok çekerlerse o kadar uzun ve gür görünüyorlardı; sonunda hâlâ bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç telleri de dışarı çıktı. Yere yayılan o harikulade saçlar yirmi iki metre on bir santim uzunluğundaydı. Márquez, yıllar önce tanık olduğu bu ürpertici olayın izini sürerek bahtsız bir genç kızla bir rahibin olağandışı aşklarını ortaya çıkarıyor. Büyülü gerçekçiliğin büyük ustası, Aşk ve Öbür Cinler’de, yaşama ve ölüme meydan okuyan, aklın ve inancın sınırlarını zorlayacak kadar güçlü bir tutkunun hikâyesini yeniden kurgulayarak, okurlarına gerçekle söylencenin ustalıkla harmanlandığı benzersiz bir okuma deneyimi sunuyor.
Benim Hüzünlü Orospularım : Başkişi, yaşamı boyunca hiçbir kadınla parasını ödemeden sevişmemiş yaşlı bir gazeteci. Yalnızlığının çaresini günlük, sıradan ilişkilerde aramış bu çirkin ve çekingen ihtiyar, 90. yaş gününde kendine alışılmamış bir armağan vermeye kalkışıyor. Eskiden tanıdığı bir genelev patroniçesini arayıp el değmemiş bir genç kızla birlikte olmak istediğini söylüyor. Patroniçe, onun bu isteğini yerine getirecek, ama yaşlı adam her ziyaretinde “uyuyan güzel” Delgadina’yı seyretmekle yetinmek zorunda kalacak, yaşamının güzünde kendisine böylesi bir oyun oynayan yazgısına boyun eğecek; ne ki bu çok özel ilişkiden o güne değin hiç tatmadığı bir aşk doğacaktır. García Márquez, yaşlılığın hüznünü olağandışı bir aşkın coşkusuna dönüştürüyor. Belki de ölümü güzelleştirmek için... Ustanın elinden yaşlılığa, cinselliğe, aşka ve ölüme bir güzelleme.
[19] Giovanni Bosco (1815-1888), Kuzey İtalya’nın Torino kentinde yaşamış eğitimci ve yazar Katolik rahip. Salezyenlerin kurucusu. Hayatını sokak çocuklarının, genç suçluların ve fakir çocukların eğitimi ve ıslahına adamış. Ceza yerine sevgi ve nezaketi temel alan Salezyen eğitim metodunu getirmiş. François de Sales'in öğretilerini kendine şiar edinmiş olan Don Bosco, kurduğu Salezyenler Cemaati'ni onun ismine adamış.
Comments