Seyahatin 5. Günü 20.05.2023 Cumartesi İSFAHAN
Bugün tamamen İsfahan’ı gezeceğiz. Önce Chehel Sotoon Müzesi’ne [1] gideceğiz. Yol üzerinde otobüsten Belediye Binası, İl Yönetimi binası, Merkez Kütüphanesi, şemsiyesi ile yağmurda bile kitap okuyan adam heykeli, Ali Ekber İsfahani [2] heykelinin olduğu park, Khorshid Eğitim Hastanesi, Dekoratif Sanatlar Müzesi [3], Çağdaş Sanat Müzesi [4], Tohid Khaneh - Sanat Üniversitesi [5], Doğa Tarihi Müzesi [6] görüldü.
Chehel Sotoun – Kırk Sütun Köşkü ve müzesine giriş 100.000 İran Riyali. Kapıdan geçtikten sonra sizi yeşil renkli büyük bir havuz ve ince sütunları olan bir köşk karşılıyor. Suyun varlığı bir yandan bahçe mekânının ferahlamasına katkıda bulunurken, diğer yandan, sütunlu sundurmanın sarayın ana su havuzundaki yansıması mükemmel bir sanal görüntüsünü oluşturuyor ve İran mimarisinde bu tür görüntülerin en güzel örneği olarak kabul ediliyor. Havuzun köşelerinde çeşitli heykeller var. İnce sütunlu sundurmada da ortada bir havuz var ancak boş. Bu havuzun dört köşesinde sütunlar ve sütunların altında taştan aslan heykelleri var. Havuz dolu iken bu aslanların ağzından havuza su akarmış. Sundurmadan yine tavanı ve kapı mukarnasları (geometrik bir bezeme çeşidi) ayna olan giriş bölümüne geliniyor. Biz tam kapıdan girerken dışarıya ilköğretim yaşında kız öğrenciler çıkıyordu. Başlarında beyaz başörtüsü var ancak saçları gözüküyor, altlarında mavi pantolon üstlerinde uzun mavi ceketler var. Kapıdan çok güzel bir salona geçiliyor burada çok büyük boyutta duvar resimleri var. Safevi dönemi fresk sanatçıları ile ilgili bir açıklama tablosu var. [7] Özellikle altı adet ana tablo var. Tablolar için konan açıklama levhaları şöyle:
1- I.Şah İsmail Safevi ile Osmanlı hükümdarı Sultan Selim arasındaki Çaldıran Savaşı, Şah İsmail Safevi'nin ateşli silah kullanılmaması emri nedeniyle Safeviler için yenilgiyle sonuçlanmıştır. Resim, M.S. 1518 yılındaki savaş sırasında Pers ordusunu tasvir etmektedir; bu ordudaki askerlerin çoğu sadece kılıç, ok ve yay gibi silahlara sahiptir. Buna karşılık, Osmanlı ordusu ateşli silahlar ve toplarla donatılmıştı. Savaş sahnesinin ana figürü beyaz bir ata binmiş, Kızılbaş tacı giymiş ve kılıçla savaşırken tasvir edilen Şah İsmail'dir. Arka planda Sultan Selim de görülebilmektedir. Çaldıran Savaşı tablosu Sadegh Naqqash Bashi tarafından M.S. 1823 yılında çizilmiştir.
2-II.Şah Abbas'ın 1658 yılında İsfahan'da Türkistan hükümdarı Nadir Muhammed Han'ı kabul meclisi. Nadir Muhammed Han, kaybettiği gücünün geri kazanılması için yardım istemek amacıyla Safevi şahının sarayına sığınmıştır. M.S. 1658 yılında Şah 2. Abbas tarafından kabul edilmiş ve desteklenmiştir. Resimde Şah, Nadir Muhammed Han'a misafirperverlik gösterirken görülmektedir. Büyük ölçüde sağlam kalmış olan resimde, Özbek Han'ın maiyeti, Şah'ın saray mensupları ve izleyicilere gösterilen misafirperverlik canlı bir şekilde tasvir edilmektedir.
3- Şah Tahmasb Safevi'nin, Hindistan Babür Kralı Hümayun'un İran'a sığınmasından sonra M.S. 1550 yılında Zencan'ın Qeydarnabi bölgesinde yaptığı ilk kabul toplantısı. Bu, kraliyet sarayının orijinal resimlerinden biridir ve bozulmadan kalmıştır. Kıyafetlerin, şapkaların, saç ve sakal makyajının, mücevherlerin, dansların, meclis düzeninin, dönemin müzik aletlerinin çalınmasının vb. incelenmesi açısından çok değerlidir. Aslında, Zahîreddîn Muhammed Bâbur’ün oğlu Hümayun, M.S. 1548 yılında kendisini kovalayan kardeşi Mirza Asgari'nin ordusundan kaçtı ve sadık Şii generali Bayram Han'ın eşliğinde Sistan'a ve Horasan üzerinden Kazvin'e ulaştı. Nihayet, M.S. 1548 yılının Cemadiolavval ayında Hümayun, Şah Tahmasb tarafından Abhar ve Soltaniye arasında bulunan Qeydarnabi adlı bir sayfiye yerinde kabul edildi. Bir süre dinlendikten, onuruna verilen çeşitli ziyafetlere katıldıktan ve Azerbaycan gibi yerlere seyahat ettikten sonra Hindistan'a döndü ve Şah Tahmasb'ın askeri yardımı sayesinde tahtını geri almayı başardı.
4-Safevi dönemine ait son büyük resim, I.Şah İsmail Safevi ile Özbekistan'ın Merv kentindeki Taherabad bölgesinin hükümdarı olan Özbek Şeybak Han arasındaki savaşı göstermektedir. Savaş Safevilerin Özbeklere karşı kesin zaferiyle ve Şeybak Han'ın MS 1511 yılında ölümüyle sonuçlanmıştır. Sözlü rivayetlere göre, resim Şah Abbas Safevi'nin Özbeklere karşı ilk savaş sahnesi olarak tanıtılmıştır, ancak resimde savaşırken tasvir edilen Safevi kralının yüzü, Çaldıran savaşındaki Şah İsmail'in yüzüne tam olarak benzemektedir. Neredeyse kesin olarak, Çaldıran savaşının çizimi sırasında, orijinal resimdeki Şah İsmail'in yüzü bir sonraki ek resim için model olarak kullanılmıştır.
5- Safevi Şahı'nın sarayına M.S. 1621 yılında yönetimini tekrar geri almak için sığınan Türkistan hükümdarı Vali Muhammed Han için Şah Abbas'ın ilk kabul meclisi.Batı tarafındaki ilk resim, kaybettiği gücünü geri almak için yardım istemek üzere Safevi şahının sarayına sığınan Vali Muhammed Han Özbek'i göstermektedir. Sıcak bir karşılamanın ardından Şah ona bu konuda yardımcı olmuştur. Resim, I. Şah Abbas döneminde İran ve Türkistan arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemi tasvir etmektedir. Bu tabloda ilginç olan lezbiyenliği ve homoseksüelliği çağrıştıran görüntüler.
6- Nadir Şah Afşar ve Hindistan Kralı Mohammad Shah Gurkani arasındaki Karnal savaşı. Bu savaş M.S. 1739 yılında Delhi yakınlarındaki Karnal bölgesinde gerçekleşmiş ve Nadir ordusunun zaferine ve Delhi'nin fethine yol açmıştır. Resimde Nadir Şah Afşar elinde savaş baltasıyla ata binerken, Hindistan kralı Mirza Nasir-ud-Din Muḥammad Shah ise bir fil üzerinde tasvir edilmiştir.
Buradan çok yakın olduğu için Naqsh-e Jahan Square - Nakşi Cihan Meydanına [8] yürüdük. İlk durağımız Şah Camisi [9] idi. Üstünde iki köşesinde 42 m. yükselen iki minarenin olduğu mavi çini ile bezeli harika bir mukarnasa sahip heybetli bir taç kapı. Müthiş bir giriş kapısı. Safevi döneminden kalan en önemli cami. Şu an müze olduğundan girişi 100.000 İran riyali. Giriş yönü Kabe’ye bakmadığından giriş kapısından girip harika çinilerle bezeli bir koridorda yarı sağa dönüş yapıp dört eyvanlı bir avluya çıkıyorsunuz.
Dört eyvanlı plana sahip olan eser bu tipin en gelişmiş örneği olarak kabul edilmekte imiş. Meydanın ortasında büyük bir havuz var ancak boş. Sağ taraftaki eyvanda dış cephe süslemelerinde bir çark figürü göze batıyor. Caminin yapımında çalışan Müslüman olmayan Ermeni ve Gürcü ustaların imzaları imiş. Ayrıca yine bu eyvanın tepesinde Şah için yapılmış özel bir daire görünüyor. Gerektiğinde Şah buradan halka konuşma yapar ve şehri seyredermiş. Meydanın iki yanında sonradan eklenen iki medrese binası bulunuyor. Madrasa Soleimanieh ve Madrasa Naseriyeh.
İlerleyip ana cami binasının sağ tarafından girdiğinizde tadilatı devam eden kubbenin karpuz dilimi gibi bir kısmını yere yatırılmış ve tadilatı yapılırken gördük. Bu kısımdaki çini süslemeler daha çok sarı renkte idi.
Sola döndüğünüzde 52 m. yüksekliğindeki ana kubbenin altına geliyorsunuz. Burada duvarların alttan ilk kısmı insan boyunda sarı renkli mermerle, birinci kat mavi çinilerle ikinci kat ise sarı çinilerle kaplı. Minber ve mihrap basit yapılmış. Bütün süsleme duvarlara ve tavana verilmiş. Mihrapta imam için oldukça derin mezar gibi bir namaz kıldırma yeri yapılmış. Caminin benzersiz özelliği sadece etkileyici boyutları değil aynı zamanda kendine has akustiği. Özel bir cihazla, tam ortada çıkarılan sesin 27 kez yankı yaptığı saptanmış. Guruptan bir arkadaş tam ortada ezan okudu gerçekten tüm camiden net bir şekilde duyuldu.
Sol taraftaki salonda duvarlarda İslam’da figür yasak olmasın rağmen hayvan figürlü sarı çiniler vardı.
Sonra Naseriye medresesi avlusuna girdik burada sarıklı ancak İngilizce bilen hocalardan isterseniz İslam hakkında bilgi alabiliyorsunuz. Gurup olarak hoca ile fotoğraf çektirdik. Tekrar otobüse dönüp şehrin içinde yola koyulduk. Emarat Goldasteh Mall Alışveriş merkezi, Zayendeh Rud – Zayende nehri kıyısı ve uzaktan Si-o-se Pol – Otuzüç gözlü köprüsünü görüp İsfahan’ın Ermeni mahallesi Yeni Culfa ve gezeceğimiz Vank Katedraline [10] geldik.
Kilisenin önünde havuzun içinde bronz bir heykel var. Tabelasında şöyle yazıyor: Archbishop Khachatour Kesarati - Founder of the first printing house in Iran and Middle East - Vank Cathedral (1636 A.D.). Araştırınca Khachatur Kesaratsi’nin Kayseri doğumlu (1590-1646) Safevi İran'ında Ermeni etnik kökenine sahip bir başpiskopos olduğunu ve 1636'da İran'da ilk matbaanın kurucusu olduğu anlaşılıyor. İçeriye girmek 200.000 İran riyali olunca guruptaki arkadaşların çoğu da dindar olunca içeri girmediler biz Bekir ile Katedrale girdik.
Giriş kapısı üzerinde bir saat kulesi ve hemen içeride ise bir çan kulesi var. Çan kulesinin ve kiliseye yakın duvarların dibinde muhtelif mezar taşları gözüküyor.
Katedralin kilisesinin adı Arimathea'lı Aziz Yusuf kilisesi. Kilisenin iç duvarları ve kubbesi fresklerle ve yaldızlı oymalarla dolu. Fresklerde dünyanın yaradılışı, cennetten kovuluş, İsa Mesih'in doğumundan göğe yükselişine kadar geçen sahneler işlenmiş. Kilise duvarlarının bir bölümünde kıyamet günü, cennet ve cehennem görülmekte. Kubbeye çıkan köşelerde kanatlarla çevrelenmiş bir melek başı, fresk araları ise İran minyatürü tarzında narin bitkisel motiflerle boyanmış.
Oradan katedralin avlusuna çıkıp Kutsal Kurtarıcı Manastırı Müzesi’ne yürüdük. Müze girişinin sağ tarafında Ermeni alfabesinin mucidi Mesrup Maştots'un heykeli, sol tarafında ise ilk matbaanın kurucusu Ermeni başpiskoposu Khaçator Kasaratsi'nin heykeli bulunmakta. Müzede İngilizce bilen Ermeni bir hanım bize rehberlik etti. Duvarlarda bazı şahların ve bu bölgenin ünlü Ermeni devlet adamlarının resimleri, 1844'te kullanılan üçüncü matbaa makinesi ve camekan içlerinde ise orijinal beratlar vardı. 1695’de Amsterdam’da basılan ilk Ermenice Dünya Atlasını, dünyanın en küçük dua kitabını, muhtelif el yazması kitapları ve müzede saklanan en ünlü eserlerden biri olan, 1975 yılında Vahram Hakopyan'ın üzerine elmas kalemle Tevrat'tan Ermenice bir cümle yazdığı 18 yaşındaki bir kız çocuğuna ait saç telini, Ermeni din adamlarının dini kıyafetlerini, geleneksel Ermeni giyim örneklerini, altın süs eşyaları da dahil olmak üzere metal eserler koleksiyonunu, gümüşler, kemerler, pelerin kancaları, tepsiler, her türlü haç kutuları, buhurdanlıklar, kutsal yağ kapları ve seramik eşyaları gördük.
Bir camekanda ise sözde Ermeni soykırımı ile ilgili bir bölüm ayrılmıştı. Burada soykırımın olduğu iddia edilen Türkiye’deki şehirler ışıklı bir pano da işaretlenmişti. Ayrıca soykırım hakkında kitaplar, Talat Paşa’nın verdiği Osmanlıca ölüm emirlerinin kopyaları ve Türk destekçileri Ragıp Zarakoğlu, Orhan Kemal Cengiz ve Taner Akçam’dan alıntılar ve soykırımdan kaldığı iddia edilen kemikler bir kutunun içinde sergileniyordu. Kadın bizim Türk olduğumuzu öğrenince Türkçe konuşmaya başladı. Konuşmalarından hala Türklere karşı büyük bir nefret duyduğunu anladık hatta Ermenistan başbakanı Paşinyan’ın Türk taraftarı olduğunu bile iddia etti. Bizde tabii ki yaşanan şeylerin güzel şeyler olmadığını ancak bir savaşın söz konusu olduğunu ve üzerinden yüz yıl geçtiğini, bunda şu an yaşayan halkların suçu olmadığını anlatmaya çalıştık.
Sonra bahçeye çıkıp Aziz Nerses Şnorhalı Kütüphanesi ve önündeki ünlü Ermeni şair Paruyr Sevak'a (1924-1971) ait heykeli ve maalesef Ermeni Soykırımı Anıtını görüp kilisenin girişinin sağ tarafındaki Yeni Julfa Ermeni Etnografya Müzesine girdim. Müzenin ilk bölümü Ermeni süsleme sanatlarına, matbaa endüstrisine ve İsfahan'da yaşayan Ermenilerin ev eşyalarına, ikinci bölüm Safevi'den Pehlevi'ye uzanan tarihi dönemde kadın ve erkek kıyafetlerine ve yemek pişirme aletlerine, üçüncü bölüm İsfahan Ermenilerine ait kilise, okul ve eski müzik aletlerine ayrılmış. Dördüncü bölümde ise Nasereddin Şah Kaçar döneminde İran'a gelerek İsfahan'da 20 yıla yakın kalarak bu şehrin ve Culfa mahallesi dahil çevresinin değerli fotoğraflarını çeken Alman fotoğrafçı ve mühendis Ernst Holtser’in fotoğrafları bulunuyor.
Tekrar otobüse dönüp şehrin diğer ucundaki Selçuklu İmparatorluğu [11] veziri Nizamülmülk’ün [12] mezarına [13] gittik. Mezar Ahmedabad mahallesi Paçenar Sokakta gösterişsiz küçük bir avlunun içinde. Kapının üstünde büyük bir çiçek vazosu görünümünde beyaz bir kabartma var, birkaç basamakla aşağı iniliyor. Duvarlarda Selçuklu Hanedanı, Nizamı mülk ve mezarı hakkında tanıtım tabelaları var. Mezarlar avlunun karşı köşesinde bir eyvanda duruyor. Nizamülmülkün mezarı ortada, üzerinde ayetel kürsi nakşedilmiş. Yanında I. Melikşah, eşi Terken Hatun, oğulları Berkyaruk, Muhammed ve Mahmut’a ait olduğu düşünülen toplamda 9 mezar taşı var. Türbenin İran makamlarından yeteri kadar ilgi görmediği belli oluyor. Türbenin bekçisi bize bahçede Gooshfil yani fil kulağı tatlısı ve ayran ikram etti. Bizlerde kendisine tatmin edici bir bahşiş bıraktık.
Oradan Zayende Nehri üzerindeki güzel köprülerden biri olan Khaju Köprüsüne [14] gittik. Şansımıza nehirde su akıyordu ve köprünün su ile görüntüsü çok güzeldi. Geliş yönünde köprünün altına giren su, gidiş yönünde basınçla yüzeye çıkıyor ve bu görüntü su jetlerini andırıyor. Köprünün adı, Safevi döneminde büyük şahsiyetler için bir unvan olan 'Khajeh' kelimesinin bir versiyonu imiş ve hem köprü hem de savak olarak yani taşkın sularının çevreye zarar vermeden akmasını sağlayarak hizmet veriyormuş. Üstündeki Şahneşhin adı verilen bina, akış kapatılınca arkada oluşan yapay gölde yüzme ve yelken müsabakalarını izlemek için buraya çağrılan soyluların oturduğu yer imiş. Kralın koltuğundan geriye sadece taş bir bank kalmış. Khajo köprüsünün taş aslanları bir sembol ve köprünün muhafızları olarak yerlerinde duruyor. Köprünün ve suyun tadını çıkaranlar ise çocuklar.
Oradan İsfahan’a özel öğle yemeği için Azam Beryani isimli bir restorana Biryani [15] ve Khoresht Mast tatlısı [16] yemeğe gittik. Çok değişikti hayatımda ilk kez denediğim yemeklerdi. Kişi başı 215.000 İran Riyali ödedik. Yemek sonrası Nakşi Cihan meydanına yakın bir halıcıya gidildi. Halı almak ve görmek isteyenlere halılar sunuldu, çay içildi, ben sadece seyredip, dinlendim. Maalesef rahmetli annem ve babamdan kalan halılar katlı olarak dolapların üstünde durduğundan bizde kullanımı yok.
Sonra gurup serbest kaldı biz Bekir’le Şeyh Lütfullah Camiine [17] gittik. Giriş 100.000 İran riyali ödeyip girdik. Bu caminin inşasına 1602 yılında Şah Abbas'ın kayınpederi Lübnan'ın Cebel Amel bölgesinden Molla Şii Lider Şeyh Lütfullah tarafından başlanmış ve 17 yılda tamamlanmış. Caminin mimarı Muhammed Rıza İsfahani, hattatları ise Ali Reza Abbasi ve Bagher Banna. Dış cephesi ve kıbleye dönmesi için yapılan L şeklindeki koridor aydınlatma ve bakım çok iyi olmamasına rağmen insana cennete girermiş gibi bir his veriyor.
Nakış gibi ince detaydaki çiniler caminin ana kubbesinin olduğu mekana girince zirveye çıkıyor. 32 metre yüksekliğe sahip, tek kubbeli camii içerisinde çinilerde ağırlık sarı renkte. Biz gün ışığının azaldığı bir saatte gittiğimiz halde kubbe altın gibi parlıyordu. Duvarlarda bulunan dış hatları turkuaz burma kenar suyu ile çerçeveli Kuran’dan surelerin hat sanatı ile oluşturulmuş örnekleri muazzam. Eşi ile birlikte Khajo köprüsü yakınında mozolesi bulunan İran Sanatı Uzmanı Profesör Arthur Pope, [18] İran sanat eleştirisi kitabında şunları yazmış: “Bu eseri insan elinin ürünü olarak düşünmek zordur. Bu binada en ufak bir zaaf yok, ölçüler çok uygun, plan çok sağlam ve güzel, kısacası heyecan dünyası ile muhteşem sessizlik arasında bir anlaşmadır. Estetiğin zengin zevkini temsil eden bu yerin huzur, dini inanç ve ilahi ilhamdan başka bir kaynağı olamaz.” Benimde hayran olduğum bu camiyi çok güzel tarif etmiş.
Dışarı çıkıp Caminin karşısındaki Ali Qapu Sarayına [19] gittik ancak müzenin kapanmasına çok az süre kalmıştı giremedik. Bizde kapalı çarşıda gezdik. Çok güzel metal işçiliği olan heykeller gördüm. Ayrıca İran’ın meşhur Hatem sanatı süs kutuları, cam işçiliği örnekleri ve tabii ki halılar vardı. Sonra Bekir ile otele dönüp dinlendik. Akşam grupla buluşup Abbasi Otel'e gittik ve nihayet orada çay içme isteğimizi gerçekleştirdik. Lobisi, tavanlar, merdivenler eskinin ihtişamını yansıtıyor. Ortasında büyük bir bahçe, ağaçlar, çiçekler, su yolları ve çay ve kahve içme yerleri olan kervansaraydan dönüştürülmüş bir otel. Pala bıyıklı kahve ustasının kahve fincanlarını birbirine vurarak yaptığı müzikle kahve yapma seremonisini izledik. Bizde birer çay içip tekrar yürümeye başladık ve Si-o-Se-pol - Otuzüç gözlü köprüsüne [20] ulaştık.
Akşam gözlerin sarı ışıklandırılması çok güzeldi. Su da aktığı için bütün halk köprünün çevresinde idi. Bütün gençlerin kız olsun erkek olsun dışarıda olmalarına rağmen hiçbir kavga ve tartışma görmedim. Bu bütün İran için aynı idi diyebilirim. Köprüyü boydan boya yürüyüp karşıya geçip tekrar geri döndük ve otele gidip yattık.
Merhaba, açıklamalar için yazıdaki sayının üzerine tıklarsanız açıklamaya gelirsiniz. Açıklamadaki sayıyı tıklarsanız yazının ilgili bölümüne geri dönersiniz.
Aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır.
İran Gezi rehberi – Zafer Bozkaya
İran Yolculuğu – Sarı Otobüs-1 – Özcan Yurdalan
Golestan Palace – The Everlasting Heritage - Davood Vakilzadeh
Büyülü Bir Yolda (İran, Pakistan, Hindistan, Nepal) - Işıl Özgentürk
Anadolu'ya ve İran'a Seyahat - Josaphat Barbaro
Chardin Seyahatnamesi - İstanbul, Osmanlı , Gürcistan, Ermenistan, İran 1671 - 1673
Deylem'den Dersim'e (İran'a Seyahat) - Ali Kaya
Portekizli Seyyahlar - İran,Türkiye,Irak,Suriye ve Mısır Yollarında - Salih Özbaran
XVII.Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’ a Seyahat - J.B. Tavernier
Şemseddin Günaltay - İran Tarihi
Gene R. Garthwaite - İran Tarihi - Pers İmparatorluğundan Günümüze
Josef Wiesehöfer - Antik Pers Tarihi
AÇIKLAMALAR :
[1] Chehel Sotoon (Kırk Sütun), İran'ın İsfahan kentinde, uzun bir havuzun uzak ucundaki bir parkın ortasında, Şah Abbas II tarafından eğlence ve resepsiyonları için kullanılmak üzere inşa edilmiş bir Farsi köşktür. Şah Abbas ve halefleri bu sarayda ya terasta ya da görkemli kabul salonlarından birinde devlet adamlarını ve elçileri kabul ederlerdi. Farsça'da "Kırk Sütun" anlamına gelen bu isim, giriş köşkünü destekleyen ve çeşmenin sularına yansıdığında kırk sütun gibi göründüğü söylenen yirmi ince ahşap sütundan esinlenilmiştir. Ali Qapu'da olduğu gibi sarayda da seramik üzerine yapılmış çok sayıda fresk ve resim bulunmaktadır. Seramik panoların çoğu dağılmıştır ve şu anda batıdaki büyük müzelerin mülkiyetindedir. Osmanlı Sultanı I. Selim'e karşı yapılan meşhur Çaldıran Savaşı, sarayın henüz tamamlandığı 1646 yılında Özbek Kralı'nın karşılanması, 1544 yılında İran'a sığınan Babür İmparatoru Hümayun'un karşılanması, 1510 yılında Safevi Şahı I. İsmail'in Özbek Kralı'nı mağlup edip öldürdüğü Taher-Abad Savaşı, Nadir Şah'ın 1739'da Karnal'da Hint Ordusuna karşı kazandığı zafer gibi belirli tarihi sahneler tasvir edilmiştir. Geleneksel minyatür tarzında, yaşam sevincini ve aşkı kutlayan daha az tarihi, ancak daha da estetik kompozisyonlar da vardır. Bu sarayın mimarisi Çin, İran ve Fransız mimarisinin bir birleşimidir. Bina, 38 metre uzunluğunda, 17 metre genişliğinde ve 14 metre yüksekliğinde bir ana (büyük) sundurmadan oluşmakta ve doğuya bakmaktadır. Bu sekizgen sundurmanın sütunları çınar ve çam ağacından yapılmıştır. Ortadaki dört sütun ise dört taş kapak üzerinde yer almaktadır. Chehel Sotoun'un ünlü havuzu sarayın önündedir ve güzel olmasının yanı sıra havayı da yumuşatır. Havuzun dört tarafında Chehel Sotoun Konağı'na ait olmayan heykeller bulunmaktadır. Kapalı saray yıkıldıktan sonra bu heykeller Çehel Sotun'un havuzuna taşınmıştır. Çehel Sotun'un sundurması iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm 18 uzun ahşap sütuna dayanmaktadır ve biraz daha yüksek olan diğer bölüm salonun girişini oluşturur ve bazı kaynaklarda "Aynalı salon" olarak adlandırılır. Genel olarak, tarihi Chehel Sotoun Konağı'nda, Lachak Toranj'ın (köşe ve madalyon) güzel formlarına yerleştirilen salonun duvarlarının ve tavanının birleşik tasarımları ve boyama, döşeme ve diğer çeşitli süslemelerin güzel bir kombinasyonu olan bina bölümlerinin ana hatları, bu eseri Safevi döneminde Fars mimarisinin en iyi örneklerinden biri haline getirmektedir. Konak günümüzde müze olarak faaliyet göstermekte olup, orta salonunda İran'ın farklı dönemlerine ait bazı sanat eserleri sergilenmektedir.
[2] Ali Ekber İsfahani : Safevi döneminin 17. yüzyıldan kalma bir Pers mimarıydı. En çok Şah Abbas tarafından yaptırılan ve 1611-1631'de inşa edilen Şah Camii ile tanınır. Caminin giriş eyvan külliyesinin kapısının üzerindeki camide bulunan kitabede onun adı geçmektedir. İsfahani 1577 yılında doğmuştur. Şah Abbas'ın büyük mimarı Badi' al-Zaman Yezdi'nin öğrencisiydi .
[3] Dekoratif Sanatlar Müzesi 1995 yılında kurulmuştur. Müzede Safevi ve Kaçar dönemine ait 3000'den fazla sanat eseri bulunmaktadır. Müzenin binası I. Abbas dönemine aittir. Bina I. Abbas döneminde Charbagh Sarayı'nın bir parçası olarak inşa edilmiştir. Kolah Farangi Kulesi: müzenin yanında Kaçar dönemine ait çok katlı bir kule bulunmaktadır. Kule önce gözetleme kulesi, daha sonra da hapishane olarak kullanılmıştır. Kule herhangi bir süslemeye sahip değildir, ancak Safevi mimarisinin önemli bir kalıntısı olarak kabul edilmektedir. Bir zamanlar "Dowlat Khaneh Safavi" (Safevi dönemindeki hükümet merkezi) olarak bilinen İsfahan'ın Ostandari Caddesi, günümüzde farklı müzelere dönüştürülen birçok Safevi ve Kaçar binasına ev sahipliği yapmaktadır. Tohid Haneh ve Ali Qapu Sarayı'nın karşısında, 1995 yılından bu yana dekoratif sanatlar hazinesine ev sahipliği yapan bir Safevi binası bulunmaktadır. Eskiden "Rakib Haneh" olarak bilinen bina, Büyük Şah Abbas döneminde (17. yüzyıl) kraliyet at aksesuarları için bir ahır ve depo olarak inşa edilmiştir. Daha sonra, Kaçar döneminde, İsfahan'ın zorlu hükümdarı Zell al-Sultan, Rakib Haneh'i ve yan binasını (Jobbeh Haneh) evi olarak kullanmıştır. İç süslemeleri büyük ölçüde kendi zevkine göre değiştirmiştir. Örneğin, Jobbeh Haneh'deki salonlardan biri (şu anda İsfahan Çağdaş Sanatlar Müzesi'ne ev sahipliği yapmaktadır) avladığı hayvanların boynuzlarıyla süslenmiştir. Kaçarlar döneminde İran'ı ziyaret eden Fransız gezginler Flandin ve Coste, Rakib Haneh'ten "Chahar Bagh Sarayı" olarak bahsetmişlerdir. Yıllar sonra Pehlevi döneminde idari bir binaya dönüştürülmüştür. Binanın doğu tarafındaki giriş kapısı iki sütunlu tuğla bir yapıdır ve tepesinde müzenin adını taşıyan lapis lazuli çinili bir yazıt bulunmaktadır. İçeride, ortasında bir havuz ve dört tarafında dört çiçek tarhı bulunan merkezi bir dikdörtgen avlu görebilirsiniz. Rakib Haneh'in ana bölümü kuzey kanadındadır. Bu kanatta avluya bakan bir salon bulunmaktadır. Salonun ön bölümü düz bir tavana sahiptir. Bununla birlikte, anıtın arka alanı, ortasında sekizgen bir tavan penceresi bulunan tavanda karmaşık petek sıva işi (mukarnas) sergiler. Her iki yanında asma kat bulunan iki yarı sekizgen mekân vardır. Duvarlarda Kaçar dönemine ait resim kalıntıları görülebilmektedir. Anıtın arka alanının ön bölüme sonradan entegre edilmiş ayrı bir bölüm olduğu anlaşılmaktadır. Salon ve yan odaları (guşvar odaları) büyük ahşap kanatlı pencerelere (Orosi) sahiptir. Güney kısmı kuzeydeki muadiline benzer. Tonozlu bir girintiye ve boyalı mukarnas süslemelere sahip merkezi bir salonu vardır. Bu bölümün duvar ve tavanlarında altın yaldızlı resimler bulunmaktadır. Batı kanadı, merkezde iki katlı bir salon ve her iki yanda iki katlı dört odadan oluşmaktadır. İç mekânlar çiçek ve gol-o-morg motifli Kaçar resimlerine sahiptir. Doğu tarafında da batı kısmındaki gibi mekânlar bulunmaktadır. Ortadaki yüksek tavanlı salonda, görkemli ayna işçiliği ve boyalı tonozlara sahip yarım sekizgen bir oyuk bulunmaktadır. Kuzey-batı köşesinde, Rakib Haneh ile Jobbeh Haneh arasında sekizgen tuğla bir kule yer almaktadır. Binanın en odak noktası olan bu kule, Feth Ali Şah'ın (1797-1834 yılları arasında hüküm süren ikinci Kaçar Kralı) oğlu Seyfüddevleh tarafından kraliyet ailesinin ve yabancı konukların kraliyet saraylarını ve Nakş-ı Cihan Meydanı'nı görebilecekleri bir yer olarak inşa edilmiştir. Beş katlı kulenin her cephesinde kafesli ahşap kapı ve pencereler bulunmaktadır. Zemin katında sekizgen mermer bir havuz bulunmaktadır. Birinci kattan dördüncü kata kadar olan bölümün üstü kapalı olmadığı için havuz yukarıdan görülebilmektedir. Üçüncü ve dördüncü katlarda bir zamanlar boyalı olan duvarlar daha sonra sıva ile kaplanmıştır. Şimdi sıva tabakası kaldırılmış ve resimler restore edilmiştir. Bir zamanlar kulenin tepesinde iki küçük kat daha vardı. Bu katlar şimdi yok edilmiştir. 7 galeride 3000'den fazla eserin sergilendiği dekoratif sanatlar müzesi İsfahan'daki tek ulusal müzedir. 7 koleksiyon arasında 1) el yazmaları koleksiyonu (büyük hattatlar ve ressamlar tarafından yazılmış ve boyanmış eski Kuran'lar ve diğer dini kitaplar); 2) lake eşya koleksiyonu (kalem kutuları, ayna çerçeveleri ve 19. yüzyıldan kalma lake kapaklı yazı aksesuarları dahil); 3) minyatür resim koleksiyonu (Herat, Tebriz ve İsfahan okullarından farklı portreler veya sahneler içeren minyatür resimler, örneğin Üstat Haj Mirza Aqa Emami Esfahani tarafından boyanmış değerli Chogan (polo) eseri ve Zeyn al-Abedin Mazhab Tabrizi tarafından 1599 yılında boyanmış ve Büyük Şah Abbas'a adanmış diğer eser. ); 4) ahşap işçiliği koleksiyonları (ayna çerçevelerinden Kuran standlarına ve farklı kaşık türlerine kadar zarif kakma, kakmacılık, kavisli ve kafesli öğeler dahil); 5) metal işçiliği koleksiyonları (altın ve gümüş takılar ve toka kemerleri, kilitler, barut şişeleri, hançerler vb. aksesuarlar dahil olmak üzere metal işleri sergilenmektedir); 6) el dokuması kumaş koleksiyonları (Kaçar dönemine ait eşsiz el dokuması kumaşlar); 7) cam eşya koleksiyonu (9. ve 12. yüzyıllara ait cam eşyalar gibi narin kaplar dahil); ve 1500'den fazla sanat kitabı içeren bir kütüphane.
[4] Çağdaş Sanat Müzesi: İran'ın İsfahan kentinde, Doğa Tarihi Müzesi'nin yanında yer alan bir çağdaş sanat müzesidir. Müze, aslen 17. yüzyılda Safevi yönetimi altında inşa edilen Çaharbağ Sarayı'nda yer almaktadır. 17. yüzyıldan kalma bina, Safevi döneminde Chehel Sotoun sarayının ve İsfahan'ın merkezinin yakınında bulunan küçük bir kraliyet müzesiydi. Müze askeri eserlerden oluşan bir koleksiyona ev sahipliği yaptığı için Safevi döneminde Jobbeh Khaneh (silah evi) olarak biliniyordu. Kaçar yönetimi sırasında yeniden inşa edilen bina, Kaçar döneminin başlıca mimari özelliği olan alçı formlarla süslenmiştir. Kaçar dönemi dekorasyonunun ayırt edici bir özelliği olan çok sayıda çiçek ve vazo deseni bulunmaktadır. Bu özellik Kaçar dönemini, çiçeklerin hiçbir zaman vazo içinde yer almadığı Safevi döneminden ayıran bir özelliktir. Kaçar yönetimi sırasında bina, Mesud Mirza Zülhal Sultan yönetimindeki İsfahan valisinin ikametgahına dönüştürülmüştür. İsfahan valisinin ikametgahının yeni inşa edilen binaya taşınmasının ardından konak restore edilerek tekrar Müze haline getirilmiştir. Binanın çekici girişine adım attığınızda, ortasında büyük bir dikdörtgen havuz bulunan ve iki katlı çekici bir bina ile çevrili güzel bir avlu sizi büyüleyecektir. Avlunun kuzey ve batı taraflarında yer alan çok sayıdaki ahşap kapı ve kafes pencereler sizi çağdaş sanatın renkli dünyasına açılan galerilere davet ediyor. Çağdaş sanat eserlerinin periyodik sergilerine ayrılan altı galeriye ek olarak, kompleks bir kütüphane, bir toplantı salonu, bir idari bölüm ve dünya çapında 400 araştırma gezisi sonucunda bir araya getirilen 55 Kur'an'dan oluşan bir Kur'an müzesi içermektedir. Müzede Osmanlı döneminden kalma en eski Kur'an-ı Kerim dikkat çekiyor. 2600 m2 alana sahip olan bu hazine, yedi kalıcı bölüm, kütüphane, yönetim ve konferans salonunda yaklaşık 1200 sergi alanı ile sergileniyordu. Yedi teşhir odası şunları içermektedir: hat ve yazı, lake işleri, el dokuması ve nakış işleri, minyatür resimler, metal işleri, cam, çanak çömlek ve Çin malları, ahşap işleri. Müzenin ilk bölümü, Muhammed Momen Abhari'nin yazısıyla Kur'an-ı Kerim, Taraz Yazdi, Şafi Tebrizi, Mir Emad ve kızının yazılarıyla sergilenen hadis kitapları, şairler ve dua kitaplarından oluşan bir koleksiyonu kapsamaktadır.
[5] Tohidkhaneh, İran'ın İsfahan şehrinde tarihi bir yapıdır. Bina Âlī Qāpū sarayının arkasında yer almaktadır. Bir dönem sarayın mutfağı ve hapishanesi olarak kullanılmış. I. Abbas döneminde mutasavvıfların Cuma akşamları burada toplanıp Şah'a dua ettikleri söylenmektedir. Bu toplantılara bizzat Şah'ın da katıldığı söylenmektedir. Şu anda İsfahan Güzel Sanatlar Fakültesi'nin bir parçası olarak kullanılmaktadır.
[6] Doğa Tarihi Müzesi, 15. yüzyıl Timurlu döneminden kalma bir binada yer almaktadır. Bina, mukarnas ve sıva ile dekore edilmiş büyük salonlar ve bir verandadan oluşmaktadır.Bu bina 1988 yılında müze haline gelmiştir. Bu binada birkaç büyük salon ve mukarnas ve sıva ile süslenmiş bir sundurma bulunmaktadır. Binanın önünde, bazılarının binanın mimarisiyle uyumsuz olarak değerlendirebileceği plastik dinozorlar bulunmaktadır.Müzede yedi salon bulunmaktadır: 1-Rehberlik salonu, 2-Omurgasızlar salonu, şunları içerir: Tek hücreli organizmalar, süngerler, mercanlar, ekinodermler, yumuşakçalar, eklembacaklılar, böcekler ve nadir deniz kabukları. Bunlar genellikle Pasifik Okyanusları ve Atlantik Okyanuslarından gelmektedir. 3- Botanik salonunda farklı türlerde çiçekli bitkiler, bütün bitkiler, şifalı bitkiler ve İran'ın 180 milyon yıl önceki ormanlarından ağaç gövdeleri bulunmaktadır. 4-Jeoloji salonunda mineraller, kristaller, cevherler ve tortul kayaçlar da dahil olmak üzere yerkabuğunun tüm bileşenleri bulunmaktadır. 5-Fiziki coğrafya salonu ve jeoloji haritası, bitkiler, hayvanlar, 6- Omurgalılar salonu müzenin en büyük odasıdır ve tahnit örnekleri olarak tutulan farklı türde balıklar, amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve memelileri içerir. 7-Grafik eğitim yardımcıları salonu
[7] Safevi dönemi fresk sanatçıları: Fresk (duvar resmi) sanatçılarının kimliği şu yollarla bulunabilir: Çehelsotoon binasının inşasıyla ilgili mevcut tarihi belgelerin ve kaynakların incelenmesi, Şah Abbas'ın birinci ve ikinci hükümdarlığı döneminde yaşayan ünlü sanatçıların belirlenmesi, bu iki kralın yönetimi sırasında İranlı ressamların üslup ve yöntemlerinin yanı sıra fresk stillerinin kodeksler, antolojiler ve tek yapraklı resimlerle karşılaştırılması. Genel olarak, ünlü Safevi sanatçıları yaşam öykülerine göre dört kategoride sınıflandırılabilir: 1-Doğum tarihleri yaklaşık olarak hicri onuncu yüzyılın dördüncü on yılından başlayan ve mesleklerinin doruk noktası onuncu yüzyılın ikinci yarısı ile Şah I. Abbas'ın İsfahan'daki yönetiminin zirvesi olan on birinci yüzyılın ilk yarısına kadar uzananlar: Bunlar arasında şu sanatçılar bulunmaktadır: Siavash Gorji, Sadeghi Beig ve Reza Abbasi ya da Aqa Reza 2- Doğum tarihleri yaklaşık olarak hicri on birinci yüzyılın ilk yarısından başlayanlar ki bu aynı zamanda birinci Şah Abbas'ın dönemidir. Bu sanatçılar Kraliyet Atölyesi'nde eskilerin yanında yetişmiş ve Şah'ın ölümünden sonra özellikle Şah Safi ve ikinci Şah Abbas dönemine kadar aktif olmuşlardır. Bunlar genellikle Rıza Abbasi tarzının öğrencileri ve takipçileri olarak bilinirler ve aşağıdakileri içerirler: Mohammad Qasem, Moeen Mosavvar, Afzal Alhoseini, Shafee Abbasi, Mohammad Yusef ve Mohammad Ali. 3-Doğum tarihleri yaklaşık olarak hicri on birinci yüzyılın birinci ve ikinci yarısından başlayan ancak Avrupa tarzının takipçisi olan ve Farangisazi'de aktif olan sanatçılar: Mohammad Zaman, Aliqolibeik Jobbedar ve Bahram Sofrekesh. 4- Avrupalı ticari şirketler, doktorlar ya da elçiler sayesinde Şah Abbas'ın (ve özellikle Şah Abbas'ın) sarayına kabul edilen yabancı sanatçılar ve Hindistan ya da Gürcistan'da yaşayan Ermeniler: Lecarre, Yan var Hasslet, Philips van Angel, Jule, Minas ve Beshendas (Vishnudas) Birinci ve ikinci Şah Abbas döneminde yaşayan sanatçıların bu tarihsel ve üslupsal sınıflandırması, Çehelsotun Sarayı'nın inşa ve gelişim tarihiyle örtüşmektedir. Bu nedenle, araştırmalar ve incelemeler, İsfahan'daki Safevi fresklerinin, özellikle de I. Şah Abbas dönemine ait olanların Fars üslubunda olduğunu ve Muhammed Kasım gibi üst düzey ustaların gözetiminde ve yönetiminde bir grubun çalışması sonucu ortaya çıktığını göstermektedir: Mohammad Qasem, Mohammad Yusef, Moeen Mosavvar, Afzal Alhoseini ve diğerleri bu eserin tamamlanmasında ona yardımcı olmuşlardır. Genel olarak, binanın resimleri bu şekilde sınıflandırılabilir: 1-Orta Salon resimleri (Daval ve alt), kuzey ve güneydeki çift kişilik odalar (Gushvareh) ile Rıza Abbasi'nin Fars tarzında boyanmış batı ve doğu revakları. Bu resimler, Hicri 10. yüzyılın ikinci yarısı ile 11. yüzyılın ilk yarısında faaliyet gösteren ve Rıza Abbasi'nin doğrudan gözetimi altında ve onunla işbirliği içinde çalışan sanatçıların eseridir: Mohammad Qasem, Mohammad Yusef, Afzal Alhoseini ve diğer sanatçılar. 2-Rıza Abbasi tarzının (İsfahan Okulu) öğrencileri ve takipçilerine ait sundurmanın (Şah Abbas döneminde orijinal Çehelsotoon binasına eklenmiştir) büyük kuzey ve güney odalarında görülen Rıza Abbasi'nin Fars tarzındaki resimleri. Bu bölümdeki bazı tasarım ve kompozisyonların, orijinal örnek kadar şık ve becerikli olmadıkları için ilk dönem resimlerinden kopyalandığı veya uyarlandığı neredeyse kesindir. 3-Avrupa tarzı resimler Çehelsotoon'un kuzey ve güney revaklarında ve aynalı revağın iki yanında yer alan nişlerde görülür. Bu eserler Avrupa'nın resim geleneğine dayanmaktadır ve belli ki o dönemde Safevi sarayında ikamet eden birkaç Avrupalı sanatçı tarafından yapılmıştır. 4-Orta salondaki ziyafetlerin büyük resimleri ve "Hint prensesinin Güney odanın güney tarafında yer alan ve İran, Hint ve Avrupa tarzlarında çizilmiş olan "Hintli prensesin kocasının gömülme ateşinde kendini feda etmeye hazır oluşu" adlı tablo. Bu eserler aynı zamanda Şah 2. Abbas'ın sarayında Avrupa sanatına oldukça düşkün olan sanatçılara aittir: Mohammad Zaman, Aliqolibeik Jobbedar ve Bahram Sofrekesh. 5-Kaçar üslubunda Çaldıran Savaşı resmi ve alt kısmında Hicri 1216 tarihi görülmektedir.
[8] Nakş-ı Cihan Meydanı: 1979'dan önce Şah Meydanı olarak da bilinen, İran'ın İsfahan kentinin merkezinde yer alan bir meydandır. 1598-1629 yılları arasında inşa edilen meydan, günümüzde önemli bir tarihi alan ve UNESCO'nun Dünya Mirası Alanlarından biridir. 160 m. genişliğinde ve 560 m. uzunluğundadır. (89,600 m2 bir alan). Şah Meydanı veya İmam Meydanı olarak da anılmaktadır. Meydan Safevi döneminden kalma binalarla çevrilidir. Şah Camii bu meydanın güney tarafında yer almaktadır. Batı tarafında ise Ali Qapu Sarayı bulunmaktadır. Şeyh Lütfullah Camii bu meydanın doğu tarafında yer alır ve kuzey tarafında Qeysarie Kapısı İsfahan Kapalı Çarşısı'na açılır. 1598 yılında Şah Abbas, imparatorluğunun başkentini kuzeybatıdaki Kazvin şehrinden merkez şehir İsfahan'a taşımaya karar verdiğinde, Pers tarihinin en büyük programlarından biri olacak olan, şehrin tamamen yeniden inşasını başlattı. Zāyande roud ("Hayat veren nehir") ile geniş bir kurak arazinin ortasında yoğun bir ekim vahası olarak uzanan merkezi İsfahan şehrini seçerek, başkentini Safevilerin ezeli rakibi Osmanlıların ve Özbeklerin gelecekteki saldırılarından uzaklaştırdı ve aynı zamanda son zamanlarda Hollanda ve İngiliz Doğu Hindistan Şirketleri için önemli bir ticaret yolu haline gelen Basra Körfezi üzerinde daha fazla kontrol sahibi oldu. Bu devasa şehir planlaması görevinin baş mimarı, programı Şah Abbas'ın ana planının iki temel özelliğine odaklayan Şeyh Bahai'ydi (Baha'ad-Din al-`Amili): her iki yanında tüm yabancı ileri gelenlerin konutları gibi şehrin tüm önde gelen kurumlarıyla çevrili Chahar Bagh caddesi ve Nakş-ı Cihan Meydanı ("Dünyanın Örneği"). Şah'ın iktidara gelmesinden önce İran, hem ordu (Kızılbaşlar) hem de imparatorluğu oluşturan farklı vilayetlerin valileri de dahil olmak üzere farklı kurumların iktidar için mücadele ettiği merkezi olmayan bir güç yapısına sahipti. Şah Abbas bu siyasi yapının altını oymak istiyordu ve İsfahan'ın İran'ın büyük başkenti olarak yeniden yaratılması, gücün merkezileştirilmesinde önemli bir adımdı. Meydanın ya da Maidān'ın yaratıcılığı, Şah Abbas'ın burayı inşa ederek İran'daki iktidarın üç ana bileşenini kendi arka bahçesinde toplamasıydı; Mescid-i Şah tarafından temsil edilen din adamlarının gücü, İmparatorluk Çarşısı tarafından temsil edilen tüccarların gücü ve tabii ki Ali Qapu Sarayı'nda ikamet eden Şah'ın kendisinin gücü. Maidan, Şah ile halkın buluştuğu yerdi. Etkileyici bir mimariyle çevrili iki katlı bir dükkan sırası olarak inşa edilen ve sonunda İmparatorluk Çarşısı'nın bulunduğu kuzey ucuna kadar uzanan meydan, dünyanın her köşesinden gelen insanlar arasında alışveriş yapılan yoğun bir eğlence ve iş arenasıydı. İsfahan, İpek Yolu üzerinde önemli bir durak olduğundan, Batı'da Portekiz'den Doğu'da Orta Krallık'a kadar dünyanın pek çok ülkesinden gelen mallar, bunlardan en iyi kârı nasıl elde edeceklerini bilen yetenekli tüccarların eline geçiyordu. Kraliyet Meydanı, Şah Abbas döneminde İsfahan'ı ziyaret eden Avrupalıların da hayranlığını kazanmıştı. Pietro Della Valle, buranın kendi memleketi Roma'daki Piazza Navona'yı gölgede bıraktığını kabul etmiştir. Gün boyunca meydanın büyük bir kısmı, hükümete haftalık kira ödeyen tüccarların çadırları ve tezgahları tarafından işgal ediliyordu. Ayrıca eğlenceler ve aktörler de vardı. Acıkanlar için hazır pişmiş yiyecekler ya da kavun dilimleri bulunurken, dükkan sahiplerinin parasını ödediği su taşıyıcıları tarafından ücretsiz su bardakları dağıtılırdı. İmparatorluk Çarşısı'nın girişinde, insanların bir fincan taze kahve eşliğinde dinlenebilecekleri kahvehaneler vardı. Bu dükkanlar bugün hala bulunabilir, ancak son yüzyılda moda olan içecek kahve yerine çay olmuştur. Akşam karanlığında dükkân sahipleri toparlanır ve malların fiyatları üzerinde pazarlık yapan tüccarların ve hevesli müşterilerin uğultusu ve vızıltısı yerini dervişlere, mumyacılara, hokkabazlara, kukla oynatıcılarına, akrobatlara ve fahişelere bırakırdı.Arada sırada meydan halka açık törenler ve şenlikler için boşaltılırdı. Bu etkinliklerden biri de her yıl düzenlenen Nevruz, yani İran Yeni Yılı'ydı. Ayrıca, İran'ın ulusal sporu olan polo da meydanda oynanabilir, Ali Qapu sarayında ikamet eden Şah'a ve alışverişle meşgul olanlara biraz eğlence sağlanırdı. Şah Abbas tarafından dikilen mermer kale direkleri hala Maydan'ın iki ucunda durmaktadır. Abbas döneminde İsfahan, Türkler, Gürcüler, Ermeniler, Hintliler, Çinliler ve giderek artan sayıda Avrupalıdan oluşan yerleşik nüfusuyla oldukça kozmopolit bir şehir haline geldi. Şah Abbas, kraliyet atölyelerinde çalışmak ve porselen yapım sanatını öğretmek üzere 300 kadar Çinli zanaatkâr getirtti. Hintliler, kendilerine tahsis edilen çok sayıdaki kervansarayda çok kalabalık bir şekilde bulunuyorlardı ve çoğunlukla tüccar ve sarraf olarak çalışıyorlardı. Avrupalılar ise tüccar, Roma Katolik misyoneri, sanatçı ve zanaatkâr olarak oradaydılar. Genellikle topçulukta uzmanlaşmış askerler bile geçimlerini sağlamak için Avrupa'dan İran'a yolculuk yaparlardı. Portekiz elçisi De Gouvea bir keresinde şöyle demiştir: "İsfahan halkı yabancılarla ilişkilerinde çok açıktır, her gün başka uluslardan insanlarla muhatap olmak zorundadırlar."Ayrıca, birçok tarihçi maidânın tuhaf yönelimini merak etmiştir. Önemli binaların çoğunun aksine, bu meydan Mekke ile aynı hizada değildi, bu nedenle Şah Camii'nin giriş kapısından girerken, kişi neredeyse farkına varmadan, içerideki ana avlunun Mekke'ye bakmasını sağlayan yarı sağa dönüşü yapar. Donald Wilber buna en makul açıklamayı verir; Şeyh Bahai'nin vizyonu, bir kişinin maydanda bulunduğu her yerde caminin görünür olmasıydı. Maydân'ın ekseni Mekke'nin ekseniyle çakışsaydı, caminin kubbesi ona giden yüksek giriş kapısı tarafından gözden gizlenmiş olacaktı. Aralarında bir açı oluşturularak, binanın iki parçası, giriş kapısı ve kubbe, meydandaki herkesin hayranlıkla izleyebileceği mükemmel bir görünüme kavuşturulmuştur.
[9] Şah Camii: 1979'dan sonra İmam Humeyni'den sonra İmam Camii olarak da biliniyor. Yapımı 1629 yılına dayanan yapı, I. Şah Abbas döneminden kalan en önemli anıtlardan biri olarak kabul ediliyor. Çini çeşitleri, taş oymacılığı , kubbenin ihtişamı ve minarelerinin yüksekliği 48 metreye ulaşırken, iki duvarlı kubbenin yüksekliği 54 metredir. Kubbenin iç ve dış duvarları arasındaki mesafenin yaklaşık 15 metre olduğu tahmin edilmektedir. Yapının mimarı Ali Ekber İsfahani bina gözetmeni Mohebali Beykallah'dır. Yapının hat kitabeleri Ali Rıza Abbasi, Abdul Baki Tebrizi, Muhammed Rıza Emami ve Muhammed Salih tarafından işlenmiştir. Kare formunda inşa edilmiş olan camii altın ve gümüşten oluşturulmuş görkemli kapısı, dış cephesinde yer alan göz alıcı çini ve mozaik işlemeleri ile 52 metre uzunluğunda dev yapıdır. Şah türbesi, İran’da bulunan üç kubbeli tek cami olarak bilinmektedir. Kaligrafi ve hat sanatı ile oluşturulmuş giriş kitabesi, Kur’an tasvirleri ustalıkla işlenmiş duvarlarda yer almaktadır.
[10] Aziz Kızkardeşler Kilisesi olarak da bilinen Kutsal Kurtarıcı Katedrali İsfahan şehrinin Yeni Culfa bölgesinde yer alan bir katedraldir. Genellikle Ermeni dilinde "manastır" veya "manastır" anlamına gelen Vank olarak anılır. 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başında Safevilerin şahı I. Abbas döneminde İsfahan kentini inşa etmek amacıyla Aras Nehri kenarındaki bölgelerden göç ettirilen Ermeniler için yapılan kiliselerdendir. İnşaatın ilk gelenlerle birlikte 1606 yılında başladığına ve Başpiskopos David'in gözetiminde 1655 ile 1664 yılları arasında tasarımda büyük değişiklikler yapılarak tamamlandığı düşünülüyor. Katedral, İran camilerine çok benzeyen kubbeli bir ibadethaneden oluşuyor, ancak önemli ölçüde eklenen yarı sekizgen apsis ve genellikle batı kiliselerinde görülen yükseltilmiş kanal da bulunuyor. Katedralin dış cephesi nispeten modern tuğlalardan yapılmıştır ve özenle dekore edilmiş iç kısmına kıyasla son derece sadedir. İç kısım kaliteli freskler ve yaldızlı oymalarla kaplıdır ve zengin çini işçiliğinden oluşan bir lambri içerir. Zarif mavi ve altın boyalı merkezi kubbe, dünyanın yaratılışı ve insanın Cennetten kovuluşuyla ilgili İncil'deki hikayeyi tasvir ediyor. Kilisenin tamamındaki pandantifler, Ermeni sanatına özgü katlanmış kanatlarla çevrelenmiş bir melek başı motifiyle boyanmıştır. Girişin üstündeki tavan İran minyatürü tarzında narin bitkisel motiflerle boyanmıştır. İç duvarların etrafında iki bölüm veya duvar resmi şeridi uzanıyor: üst bölüm İsa'nın hayatından olayları tasvir ederken, alt bölüm Osmanlı İmparatorluğu tarafından Ermeni şehitlerine yapılan işkenceleri tasvir ediliyor. Avluda hem Ortodoks hem de Protestan Hıristiyanların mezarlarının üzerinde yükselen büyük bir bağımsız çan kulesi bulunmaktadır. Mezarlar arasında İngiliz subayı Sir George Malcolm, Rus konsolosu ve bankacı Alexander Decover ve İngiliz cerrah ve İngiliz hükümetinin ajanı Andrew Jukes yer alıyor. Katedralin girişinde Ermenice yazılı çini levha görülmektedir. Girişin önündeki dış duvar boyunca Ermenice yazıtlarla mezarlar da yerleştirilmiştir. Avlunun bir köşesinde Türkiye'de 1915 Ermeni soykırımı anıtının bulunduğu yükseltilmiş bir alan bulunmaktadır. Avlunun karşısında katedrale bakan bir kütüphane ve müzenin bulunduğu bir bina var. Bu binanın dışında İncil'den sahneleri gösteren birkaç oyma taş bulunmaktadır. Kütüphanede 700'den fazla el yazması kitap ile Ermeni ve Orta Çağ Avrupa dilleri ve sanatları üzerine araştırmalar için çok sayıda değerli ve benzersiz kaynak bulunmaktadır. Müzede katedralin tarihine ve İsfahan'daki Ermeni cemaatine ait çok sayıda eser sergileniyor:
· Yeni Culfa'yı kuran Şah Abbas'ın 1606 fermanı ;
· I. Abbas ve haleflerinin Ermenilere, onların mallarına ve işlerine müdahaleyi veya zulmü kınayan ve yasaklayan çeşitli fermanları;
· Tarihi bir matbaa ve İran'da basılan ilk kitap;
· Safevi kostümleri, duvar halıları, Ermeni tüccarların getirdiği Avrupa resimleri, nakışlar ve toplumun ticari mirasından gelen diğer hazineler;
· Ermeni kültürünün ve dininin çeşitli yönlerini tasvir eden etnolojik sergiler;
· Türkiye'deki 1915 Ermeni soykırımı ile ilgili fotoğrafların, haritaların ve Türkçe belgelerin (çevirili) kapsamlı bir gösterimi.
[11] Selçuklu İmparatorluğu ve Hanedanlığı
Selçuklular, M.S. 5. yüzyılın başlarında Türkistan'dan göç ederek Horasan'da ve İran'ın kuzeydoğusunda yaşayan Oğuz Türklerinin bir koludur. Selçuklular isimlerini onları birleştiren kurucuları Selçuk ibn Dukak'tan almışlardır. Oğulları Sultan Mes'ud Gazne ile Dandanakan savaşını kazanmış ve Horasan'ı fethedip Gazneli hanedanını devirerek İran'da yeni bir hanedan (Selçuklu Hanedanı) kurmuşlardır (M.S. 1040). Yeni hanedanın ilk sultanı Tuğrul beydi. O ve kardeşleri topraklarını Bağdat ve Küçük Asya'ya kadar genişlettiler. Geniş fetihler Selçuklu hanedanını birkaç kola ayırdı: İran Selçukluları, Irak Selçukluları, Kerman Selçukluları, Şam Selçukluları ve Rum Selçukluları. Tuğrul beyin ölümünün ardından sırasıyla kardeşi Alp Arslan ve ardından oğlu 1.Melikşah iktidara geldi. Nizam-ül Mülk Tusi gibi İranlı yetkin bürokratların gelişinden sonra Selçukluların gücü tesis edildi ve zirveye ulaştı. 1.Melikşah ve bakanı Nizamülmülk'ün ölümüyle Selçukluların yönetimi ve kuruluşu oğulları Muhammed ve Barkiyaruk arasında paylaşıldı. Bunu Selçuklu şehzadeleri arasındaki aile anlaşmazlıkları ve iktidar mücadelesi dönemi takip etti. Sultan Sencer, Selçuklu hanedanında tüm Selçuklu şehzadelerinin üstesinden gelen son sultandır. Ancak Karahıtay Türkleri ve Gurlular gibi yeni rakiplerin ortaya çıkması Selçuklu hanedanının sonunu getirmiştir. Böylece, 3. Tuğrul’un M. 1194 yılında Harizin Şah tarafından öldürülmesiyle, 1.Tuğrul tarafından M. 1038 yılında başlatılan 160 yıllık Selçuklu hükümdarlığı 3.Tuğrul tarafından sona erdirildi.
[12] Nizâmülmülk (gerçek adıyla Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî (1018-1092) Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun baş veziri ve Siyâsetnâme adlı eserin yazarı olan Fars devlet adamı ve siyaset bilimcisidir. Devlet yönetiminde bir hayli etkili olan Nizâmülmülk; Alp Arslan ve Melikşah dönemlerinde vezirlik yapmıştır. "Nizâmülmülk" ismi, "devletin düzeni" anlamına gelir. Nizâmülmülk, 10 Nisan 1018 tarihinde İran'ın Horasan bölgesinin Tus şehrinde doğmuştur. Bu dönemde bu şehir, Gazneliler'in idaresi altında bulunmaktaydı. İlk devlet görevini Gazne sultanları için yapmıştır. Devlet işleriyle ilk olarak Gazne Devleti'nin Horasan valisinin yanında çalışarak başlamış ve 1059'da Gazneliler Horasan valisi olmuştur. 1063'ten itibaren görevine, Büyük Selçuklu Devleti'nde Alparslan'ın Belh valisinin yanında devam etti. 1064 yılında Büyük Selçuklu Devleti'ne vezir olarak atandı. Sultan Alp Arslan (hüküm süresi: 1063-1072) ve Melikşah (hüküm süresi: 1072-1092) dönemlerinde bu önemli vezirlik görevinde bulunmuştur. "Memleketin nizamlarının kurucusu" anlamında olan Nizâmülmülk ismi, Abbâsî halifesi Kâim bi Emrillah tarafından verildi. Dönemin nakşibendi şeyhi Ebu Ali Farmedi'ye çok hürmet ederdi. Nizâmülmülk, 1092 yılında bir Haşhaşî fedaisi tarafından düzenlenen suikastta öldürülmüştür. Nizamiye medreseleri'nin teşkili ve mevcut toprak sisteminin aksayan yönlerinin tadil edilmesi gibi Selçuklu devletinin müesseseleşme ve merkezileşmesi yönünde önemli sayılabilecek teşebbüslerin altına imzasını atmıştır. Bağdat, İsfahan Nişabur, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amol'daki Nizamiye Medreselerini kurdurmuştur. Nizamiye Medreseleri adını Nizamülmülk'ten almış ve Bağdat'taki Medresenin başına İmam-ı Gazali'yi getirmiştir. Bu medreselerin kurumlaşması ve gelişmesi tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi ilk batı Avrupa üniversitelerinin de temeli olmuştur. Öğrencilere sağlanan yurt ve burs hizmetlerinin mucididir. Devletin toprak idaresi hukukunda ikta sisteminin mucididir. Türk devletlerinde ilk kez gelir-gider raporlarını hazırlatan kişidir. Dünyadaki ilk istihbarat teşkilatının kurucusudur. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından biri olarak kabul edilir. Nizamülmülk'ün mezarı, bugün İran'ın İsfahan kentinin kenar mahallerinden birinde, Sultan Melikşah ile birlikte ve Selçuklu ailesinden pek çok isimle birlikte mütevazı bir türbede bulunmakta ve Hoca Nizamülmülk olarak bilinmektedir.
[13] Selçukluların güçlü bakanı Nizamülmülk Tusi'nin mezarı : Burası Dar al-Batikh (kavun evi) olarak bilinmektedir. Bu unvanla ilgili olarak, geçmişte bazı hükümdarlık dönemlerinde buranın meyve ve sebze satılan bir pazar (çiftçi pazarı) olduğu bilinmektedir. Hem Nizamülmülk hem de oğlu burada gömülü olduğundan, Nizamülmülk'ün gömülü olduğu yer nedeniyle "Turbat-e-Nizam (Ni- zam'ın Toprağı)" ve/veya oğlu Bahaülmülk'ün gömülü olduğu yer nedeniyle "Turbat-e-Bahai" olarak da adlandırılmaktadır. Daha sonra Melikşah Selçuklu da Nizamülmülk'ün yanına bu yere gömülmüştür. Sonuç olarak, burası Selçukluların önde gelen bazı şahsiyetlerinin gömüldükleri ve dinlendikleri yerlerin temeli haline geldi, dolayısıyla "Selçukluların Türbesi" oldu.
Bu türbede aşağıdaki resimli şahsiyetler yatmaktadır:
-Alp Arslan Muhammed ibn Chaghry (M.S. 465 yılında ölmüştür).
- Baha el-Mülk Abdülrahim bin Hasan bin Ali bin İshak Tusi, Nizam el-Mülk'ün oğlu (784-884 yılları arasında Barkiyaruk'un bakanı (veziri) olan ve daha sonra M.S. 494 yılında onun tarafından öldürülen).
- Hasan ibn İshak ibn Osman ibn Nizam El-Mülk (Nizam El-Mülk'ün torunlarından biri, Atasının yanına gömüldü).
- Malek Şah Abu Al-Fath Hassan ibn Alp Arslan Muhammed (M.S. 564 yılında doğmuş ve M.S. 584 yılında sadece 20 yaşındayken garip bir şekilde ölmüştür ve öldüğünde çok genç olduğu için öldürüldüğü varsayılmaktadır).
-Türkan Hatun, Melikşah Selçuklu'nun eşi.
-Melikşah'ın oğlu Rokn al-Din Abu Muzafar Barkiyaruq (M.S. 485 yılında doğmuş ve M.S. 498 yılında ölmüştür).
- Sultan Muhammed ibn Melik Şah, Sultan Muhammed Sultan Mes'ud ibn Muhammed ibn Melik Şah'ın oğlu (Hemedan'da öldü ve naaşı İsfahan'a nakledildi).
- Cemaleddin Hüseyin ibn Safiyüddin Muhammed (Safevi prenslerinden biri olup 933 yılında ölmüştür).
- Cemalüddin ibn Muhammed ibn Safiyüddin Muhammed (M.S. 953 yılında ölmüş ve Darü'l-Batih'e, kavun evine gömülmüştür).
- Mirza Muhammed Maina (M.S. 1120 yılında ölen bir Savafid Şairi).
- Mirza Muhammed Mu'men (9. ve 10. yüzyıllarda yaşamış, 27 Ramazan 923'te vefat etmiş bir şair).
Mezar taşının üst kısmında kalın sülüs (Arap kaligrafisi) ile aşağıdaki metinler yazılmıştır:
"Yüce Allah buyuruyor: (Muhammed), kendilerine haksızlık eden kullarıma söyle, Allah'ın rahmetinden ümit kesmesinler. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. O, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir."
Taşın ortasında "Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun elçisidir, hepsi Allah'ın temsilcisidir" ifadesi görülmekte, taşın kenarlarında ise koyu bir yazıyla Arş Ayeti'nin (Ayet-el Kürsi) ilk ayeti yazılmakta, ardından aynı yazıyla Allah'ı öven bazı taş baskılar yer almaktadır. Bu arada mezar taşının üst kısmında kalın harflerle "Nizam-ül Mülk Tusi Allah'ın kullarını cennetine kattı" şeklinde bir dua yazılmıştır.
Selçuklu hükümdarlarının mezar taşlarının değiştirilmiş olması muhtemeldir, çünkü üzerlerindeki ifadeler Selçuklu üslubuyla yazılmamıştır ve Safevi hanedanına atıfta bulunuyor olabilir. Öte yandan, Selçuklu hükümdarlarının ebrulu mezar taşlarının genellikle sanatsız ve yazısız olduğu ve daha sonra Safevi döneminde üzerlerine bazı yazılar yazıldığı söylenebilir.
[14] Khaju Köprüsü: İsfahan kentinde, İran Platosu'nun en büyük nehri olan Zayanderud üzerindeki tarihi köprülerden biridir. Hem köprü hem de savak olarak hizmet veren köprü, kuzey kıyısındaki Khaju mahallesini Zayanderud'un karşısındaki Zerdüşt mahallesine bağlamaktadır. İsfahan'daki Kamal İsmail Caddesi'nin sonunda yer almaktadır. Köprü, geçmişte bir bina ve kamuya açık toplantılar için bir yer olarak birincil bir işleve hizmet etmiştir. Şehrin en güzel köprüsü olarak tanımlanmıştır. Pers sanat tarihçileri Arthur Upham Pope ve eşi Phyllis Ackerman yakınlardaki bir anıt mezarda gömülüdür. Khaju Köprüsü, İran'ın yedinci Safevi kralı (şah) Abbas II döneminde, daha eski bir köprünün temelleri üzerine 1650 civarında inşa edilmiştir. Mevcut yazıtlar köprünün 1873 yılında onarıldığını göstermektedir. Yapının merkezinde, Abbas II'nin bir zamanlar içinde oturup manzarayı seyrettiği bir köşk bulunmaktadır.Bugün, kralın koltuğundan geriye kalan tek şey taştan bir oturma yeri kalıntısıdır. Arthur Pope ve Jean Chardin'in sözleriyle, Khaju "İran köprü mimarisinin doruk noktası ve günümüze ulaşan en ilginç köprülerden biridir. Bütünün ritmi ve saygınlığı vardır ve en mutlu tutarlılık, fayda, güzellik ve eğlenceyi birleştirir." İsfahanlı şairler Khajoo köprüsü üzerine güzel şiirler yazmışlar ve bu şiirlerde köprünün güzelliklerini övmüşlerdir. Bu şiirler arasında Saeb Tebrizi'nin bu köprünün yanındaki kutlama ve ışıklandırma günlerinden birini anlatan uzun şiiri de bulunmaktadır. Safevi hanedanını inceleyen tarihçi ve akademisyenlere göre Şah Abbas II'nin Khajoo Köprüsü'nü inşa etmekteki amacı Khajoo'nun iki bölgesini ve Hassanabad Kapısı'nı Takht-e Folad ve Şiraz Yolu'na bağlamaktı. Farklı zamanlarda İsfahan'a gelen turistler Khajoo Köprüsü'nün güzelliğini övmüş ve onu İran ve İslam mimarisinin ebedi başyapıtlarından biri olarak kabul etmişlerdir. Köprü 23 kemerli olup 133 metre uzunluğunda ve 12 metre genişliğindedir. Başlangıçta çini işçiliği ve resimlerle süslenmiş ve bir çayevi olarak hizmet vermiştir. Köprünün geçiş yolu tuğla ve taştan yapılmış olup 21 büyük ve 26 küçük giriş ve çıkış kanalı ile 7,5 metre genişliğindedir. Köprüde kullanılan taş parçalarının uzunluğu 2 metreden fazladır ve her kanal ile tavan tabanı arasındaki mesafe 21 metredir. Kemerlerin altında Zayanderud'un su akışının düzenlendiği birkaç savak kapısı bulunmaktadır. Savak kapıları kapatıldığında, köprünün arkasındaki su seviyesi yükseltilerek köprünün yukarısında nehir boyunca uzanan çok sayıdaki bahçenin sulanması kolaylaştırılmaktadır. Köprünün üst katında, ana orta koridor atlar ve arabalar tarafından, her iki taraftaki tonozlu yollar ise yayalar tarafından kullanılmaktaydı. Köprünün hem aşağı hem de yukarı tarafındaki sekizgen pavyonlar, olağanüstü manzaralar için seyir noktaları sağlamaktadır. Köprünün alt seviyesine yayalar tarafından erişilebilir ve dinlenmek için popüler bir gölgelik yer olmaya devam eder.
[15] Biryani koyun eti, soğan, nane ve karaciğer karışımıdır. Bu karışım öğütüldükten sonra özel bir spatula ile kalıplanır. Biryani'nin görünümünü yuvarlak bir kebap gibidir. Daha sonra üzerine ceviz ve badem dilimleri konularak ekmekle birlikte yenir. Bu yemeğin yanında servis edilen ekmek tafton veya sengaktır. Et ve ciğer seviyorsanız kesinlikle bu yemeğin hayranı olacaksınız. Bu yemeğin ana adı biryanidir ve aslında biryani göreceli bir sıfattır ve biryani'nin pişirildiği yeri ifade eder. Geleneklerde bu yemeğin yaklaşık dört yüz yıllık olduğu söylenmektedir. Safevi döneminde İsfahan'a gelen birçok turist Biryani'nin tasvirlerini de yanında getirmiştir.
[16] İran mutfağında “khoreşt” kelimesi çoğunlukla bir çeşit pirinç yemeğinin yanında ana yemek olarak servis edilen kalın, ekşili güveçleri ifade eder. Öte yandan, Khoresht Mast (kelimenin tam anlamıyla "yoğurt yahnisi" anlamına gelir), başlığında khoresht adı olmasına rağmen parlak sarı, tatlı bir tatlıdır ve çoğunlukla garnitür olarak servis edilir. Khoresht Mast'ı İsfahan'ın çoğu restoranında bulabilirsiniz. Khoresht Mast'ı pişirmek için öncelikle kuzu boynunu kızartıp parçalamalısınız. Yoğurt ve şeker ayrı bir tencerede kaynatılırken, parçalanmış etler de yavaş yavaş ilave edilir. Karışım macun kıvamına gelince demlenmiş safran ve gül suyu eklenerek Khoresht Mast'ımıza muhteşem bir sarı renk ve egzotik bir tat verilir. Mükemmel kıvamı elde etmek için nihai ürünü 24 saat buzdolabına koyun. Servise hazır hale gelince dilimlenmiş antep fıstığı ve bademle süslenen yemeğin üzerine İran üzümü Zereshk konur.
[17] Şeyh Lütfullah Camii : Safevî dinî mimarisinin en meşhur örneklerinden biri olup Meydân-ı Şâh’ın (Meydân-ı Nakş-ı Cihân) doğu tarafında yer alır. Saray halkının özel kullanımı için inşa edilen camiye Âlî Kapu Sarayı’ndan meydana inilerek ulaşılır. Sarayın diğer mensuplarının ibadetleri için aynı meydanın güney kenarında yaptırılan Mescid-i Şâh yer almaktadır. 1602-1618 yılları arasında inşa edilen cami önceleri Sadr ve Fethullah Camii diye anılırken daha sonra Şah Abbas’ın kayınpederi Şiî âlimi Şeyh Lutfullah’ın adını almıştır. Meydân-ı Şâh’ta sarayın ve caminin birlikte inşası, Safevî hükümranlığının dünyevî ve uhrevî kökenlerini hem teorik hem pratik olarak sembolize etmektedir. Dış cephesinde ve içindeki Arapça kitâbelerin muhtevası da yapının bu rolüyle irtibatlıdır. Caminin inşa kitâbeleri ve kubbe kasnak yazıları Ali Rızâ-yi Abbâsî’nin eseridir. Kitâbelerde adı geçen diğer ustalar Bâkır-i Bennâ ve 1619 tarihli mihrapta imzası bulunan Muhammed Rızâ b. Hüseyin İsfahânî’dir. Caminin süslemeleri klasik ve gösterişli Safevî bezemelerini andırmasına rağmen saraylıların ibadetine ayrılan bölüm alışılmışın aksine basit planlıdır. 2500 m2’lik bir alanda tek kubbeli olarak inşa edilen cami minaresizdir. Eyvanı tipik İran cami mimarisine has özellikler taşımaktadır. Yapı, daha çok Timurlular ve Safevîler’in yüzyıllar öncesine dayanan geniş kubbeli türbe yapılarına benzemektedir. Caminin dışa açık tek cephesi meydana bakmaktadır. Diğer cepheler ticarî yapılarla ve meydanın arkasında bulunan dar yollarla kuşatılmıştır. Yakınındaki Mescid-i Şâh gibi bu cami de kıble istikameti bakımından kuzey-güney eksenindeki meydana göre yamuk durumdadır. Camiye geçiş, çinilerle süslenmiş bir eyvandan ulaşılan ve kuzey yönünde kubbeli hacmi “L” şeklinde çevreleyen bir koridorla sağlanmaktadır. Mihrap eksenindeki kapıdan harime girilir. Bu anlamsız koridor, caminin meydana açılan cephesi ve harimi arasındaki uyumsuzluğu telâfi etmek için sonradan yapılmıştır. Binanın çarpık konumu meydandan bakıldığında kuvvetle algılanır. Meydanla olan ilişkisindeki zayıflık caminin özenli dekorasyonuyla da tezat teşkil etmektedir. Yapıda harimi örten tek cidarlı kubbenin Mescid-i Şâh ile Medrese-i Mâder-i Şâh’ın (Medrese-i Çehârbâğ) kubbeleriyle kıyaslandığında iddialı ve yenilikçi olduğu görülür. Tuğla zeminle birlikte arabeskin çeşitli düzeylerde kullanılışı çok başarılıdır ve zeminin de sırla kaplı olduğu izlenimi verir. Harimin içi İran mimarisinde en kusursuz biçimde dengelenmiş yekpâre yapılarından biridir. Zemin dahil binanın içi ağırlıklı olarak mavi renkli çinilerle tamamen kaplanmıştır. Çini ve oyma mermerlerle bezenmiş bir balkon, mihraba üstten bakacak şekilde girişi yukarıda harime doğru keser. Kare iç mekân, dış hatları turkuaz burma kenar suyu ile çerçeveli, kakma yazı ve çiçek bezemeli sekiz sivri kemerle çevrilmiştir. Kemerlerin üstü dairevî kasnağı destekleyen geniş köşeliklerin geçiş yeridir. Kubbe kasnağı biri güneş ışığını içeri sızdıran arabesk şebekeli açık, biri kör olarak alternatif biçimde dizilmiş otuz iki adet kemerli pencereden oluşmaktadır. Kubbenin iç yüzeyi tamamen, çiçek kıvrımlarından oluşan desen ağlarıyla örülü çinilerle kaplıdır. Tavandaki sarı şemseler bütün parlaklığıyla güneş ışıklarını içeriye yansıttığı izlenimi verir. Cami kubbesinin bu orijinal iç tasarımı son yıllarda birçok İran halısında desen olarak taklit edilmiştir. Zenginliği ve emsalsiz uyumu, bu tek hacimli yapıyı Safevî mimarisi ve dekorasyonunun eşsiz bir mücevher kutusu haline getirmiştir. Harimde olduğu gibi kubbe ve cephedeki çini kaplamalarının çoğu Safevîler’in çöküşünden sonra zamanla dökülmüştür. Caminin restorasyonu Rızâ Şah Pehlevî’nin yönetimi zamanında 1930’larda başlatılan, şehrin tarihî mimarisini canlandırma programının uygulanması sırasında gerçekleşmiştir.
[18] Arthur Upham Pope (1881-1969) Amerikalı bir akademisyen, sanat tarihçisi ve mimarlık tarihçisiydi. Tarihi İran sanatı konusunda uzmandı ve Survey of Persian Art'ın (1939) editörüydü. Pope aynı zamanda bir üniversitede felsefe ve estetik profesörü, arkeolog, fotoğrafçı, müze müdürü, iç mimar ve uluslararası bir bilimsel organizasyonun kurucu ortağıydı.
[19] Ali Gapu Sarayı, İran'ın İsfahan şehrinde bulunan Safeviler dönemine ait imparatorluk sarayıdır. Nakş-ı Cihan Meydanı'nın batı tarafında, Şeyh Lütfullah Camii'nin karşısında yer almaktadır. Bu saray kırk sekiz metre yüksekliğinde ve 6 katlıdır. Saray, Safevi Hanedanı'nın imparatorlarının resmi ikametgâhı olarak hizmet etmiştir. UNESCO, kültürel ve tarihi önemi nedeniyle hem saray hem de meydanı, Dünya Mirası Alanı olarak ilan etti. Saray kırk sekiz metre yüksekliğinde olup her birine zorlu bir döner merdivenle erişilebilen altı kata sahiptir. Altıncı katta, müzik salonu, duvarlarda sadece estetik değil aynı zamanda akustik değeri olan derin dairesel nişler bulunur. Ali Gapu, Safevi mimarisinin en iyi örneği ve İslam mirasının bir sembolü olarak kabul edilmektedir. Ali Kapı'nın da bir parçası olduğu Devlet Sarayı Külliyesi, birbiriyle bağlantılı ve farklı işlevler için kullanılan birçok yapıdan oluşuyordu. Bu kompleksin inşaatı Şah I. Abbas döneminde başladı. Şah Safi döneminde yeni bölümler eklenmiş ve tüm inşaat Şah II. Abbas tarafından tamamlanmıştır. Külliye, bir devlet konağı, harem, büro, elçilerin kabul edildiği Talar-e Tavile adlı küçük bir köşk ve Yüksek Kapı Sarayı gibi bir dizi binadan oluşuyordu. Safevi saraylarının en belirgin özelliklerinden biri, etraflarında kalın duvarların veya kalelerin olmamasıdır. Görünürlük ve açıklık, Safevi Şahlarının saray mimarisinin ve devletin temsilinin karakteristik özellikleriydi. Safevi başkentinin kalbinde yer alan Ali Kapı Sarayı, kalın ve yüksek duvarlarla çevrili müdahaleci Osmanlı ve Babür saraylarının aksine, şehrin en hareketli ticaret ve dini merkezlerinden birinin ayrılmaz bir parçası olarak inşa edilmiştir. Safevî şahları, çağdaşlarından farklı olarak imamların yeryüzündeki temsilcileri olduklarını iddia etmişler, tevazu ve cömertlik kavramlarına daha çok önem vermişler, bunları törensel ve mimari faaliyetlerde göstermeye çalışmışlardır. Ali Kapı Sarayı ile meydan arasındaki aracısız görsel ve mekansal bağlantı da bu mimari kültürün bir tezahürüdür. Farsçadaki 'Ālī ("görkemli" veya "büyük" anlamında) ve Azericedeki Gāpū ("kapı" anlamında) kelimelerinden oluşan Ali Gapu adı, Nakş-ı Cihan Meydanı'ndan Çarbağ Bulvarı'na kadar uzanan Safevi saraylarının hemen girişinde olduğu için bu yere verilmiş. Bir başka harika Safevi yapısı olan bu yapı, on yedinci yüzyılın başlarında I. Şah Abbas'ın emriyle inşa edilmiştir. Büyük hükümdarın, soylu ziyaretçileri ve yabancı büyükelçileri ağırladığı yer burası olmuştur. Şah Abbas, ilk kez burada 1597 Nevruz'unu kutlamıştır. Meydanın dördüncü anıtsal anıtı, batı cephesinin ortasında yer alan ve Dövletihane Saray Külliyesi'nin girişini oluşturan Ali Kapı Sarayı'dır. Saray, Timur dönemine ait bir yapı olmakla birlikte daha sonra 1597 yılında Şah I. Abbas tarafından yeniden yapılmış ve Şah II. Abbas döneminde yeni katlar ve bir balkon eklenmiştir. Yüksekliği 48 m olan saray 6 kattan oluşmaktadır. Binanın önden bakıldığında iki katını, sağ ve sol yönlerden bakıldığında üç katını, arkadan bakıldığında ise beş katın tamamını görmek mümkündür. Müzik odasının bulunduğu 6. kat ise dışarıdan görünmüyor. Başlangıçta iki katlı olarak inşa edilen saray, daha sonra Şah II. Abbas, Şah Süleyman ve Sultan Hüseyin dönemlerinde eklenmiştir. Sarayın zemini, tavanı ve duvarları çeşitli süslemelere sahip 52 odası vardır. Kapıdan girdiğimizde bizi uzun bir koridor karşılıyor. Koridorun ana cazibesi, "yankı" özelliğidir. Burada bir köşede yapılan fısıltıların, ona paralel başka bir köşeden duyulduğu söyleniyor. Yapının 1. ve 2. katlarına koridordan geçerek kiremitli merdivenlerden çıkılmaktadır. Bu katlar, Şahın misafirlerinin Şahla tanışmak için izin bekledikleri "bekleme" odaları olarak hizmet veriyordu. Birinci kat giriş olarak kullanılmaktadır. Burada iki salon var. Söz konusu dönemde idare mahkemesi binası olarak kullanılmıştır. Ebatları 20 x 19 metre, yüksekliği 13 metredir. İkinci kattan Şeyh Lütfullah Camii görülmektedir. Üçüncü katta 18 ince ve zarif sütun üzerinde yükselen sarayın en ilgi çekici bölümlerinden biri olan teras yer alır. Sütunların her biri 12 metre yüksekliğinde çınar ağaçlarından yapılmıştır. Balkonun tavanı sade ahşap oymalarla dekore edilmiştir. Ortadaki havuz bakır ve kurşundan yapılmıştır. Bir zamanlar Şah ailesi meydandaki tüm etkinlikleri, partileri, polo maçlarını buradan izlermiş. 18 sütunlu bu balkon Şah II. Abbas döneminde yapılmıştır. Bu salonun üzerinde sarayın 2 ara katı bulunmaktadır. Anıtın 6. katında duvarlarında akustik değeri olan derin dairesel boşluklara sahip Tong Bori adlı bir müzikhol bulunmaktadır. Şah Abbas misafirleri ve yabancı elçileri ağırlamak için burada konserler vermiştir. Bu birim tamamen özgün tasarım ve alçı mukarnas işçiliği ile dekore edilmiştir. Bu müzikholün ortasında durup ellerinizi çırparsanız sesin yankılanmadığını göreceksiniz. Bu kadar geniş ve hacimli bir odada bu tasarımın amacı, Şahın ve misafirlerinin müziği net ve bozulma olmadan duyabilmesini sağlamaktır. Ali Kapı Sarayı'nın dekorasyonunda alçı işleri, çiniler, aynalar, tablolar, ahşap oymalar, kabartma ve tuğla işçiliği ile ışıklandırmalar da yer alır. Süsleme desenleri incelenerek tasarımların yapım statiğine uygun olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Örneğin duvardan çatıya çizilen kuvvet hatlarında desenler biçim ve renk olarak ritmiktir. Girişteki kubbenin iç yüzeyinde orta kısımda güneş tasarımı vardır. Etrafındaki arabesk desenler büyükten küçüğe ritimle ve tamamen bu küresel alana uygun olarak dizilmiştir. Ali Gapu konağının girişinden müzikholün en üst katına kadar bina, Safevi sanatçılarının eserleriyle dekore edilmiştir. Ali Gapu konağının her katında sıva işçiliği ve güzel tabloların izleri görülmektedir. Ali Kapı sarayının üçüncü katında aynalarla süslenmiş ahşap sütunlar yer almaktadır. Sarayın balkon tavanı da ahşap kabartma ve sanatsal oymalarla süslenmiştir. Balkonun arkasındaki duvarlardaki resimler binanın güzelliğine ayrı bir güzellik katıyor. Günümüzde ayna ve bir takım dekoratif motifler yok olmuştur. İç dekorasyonda Safevi ressamı Reza Abbasi'nin tabloları yer almaktadır. Bu eserlerin bir kısmı ciddi şekilde tahribata uğramış olsa da bu hasarlar onların değerinden bir şey eksiltmez. Desenli halılar, Ali Kapı sarayının iç mekanının bir diğer özelliğidir. Safevi Şahları resim ve çizimle ilgileniyorlardı ve Ali Kapı Sarayı'nda günümüze ulaşan eserlerin birçoğu İsfahan'ın tarihi sanatının en önemli örnekleri olarak kabul ediliyor. Saray duvarlarındaki pek çok tablonun altında sanatçının adının ve tablonun tarihinin bulunmaması, sanatçının kimliğinin tespit edilmesini zorlaştırıyor. Anıtın duvarlarında minyatür sanatının yanı sıra Avrupalı sanatçıların üslup örneklerini de bulmak mümkündür. Örneğin sarayın 1., 2., 4. ve 5. katlarında Reza Abbasi ve benzeri üsluplarda tablolar bulunurken, 3. ve 6. katlarda daha modern tablolar yer almaktadır. Konağın duvarlarında ve kemerlerinde altın işlemeler görülmektedir.Ali Kapı sarayının kitabelerinde ve yazıtlarında, sarayın bazı bölümlerinin Şah Sultan Hüseyin döneminde restore edildiğinden bahsedilmektedir.
[20] Allahverdi Han Köprüsü: Si-o-se-pol, 'otuz üç [açıklıktan] oluşan köprü' olarak bilinir. İran'ın İsfahan kentinde , İran Platosu'nun en büyük nehri olan Zayanderud üzerindeki on bir tarihi köprüden biri. Köprü, 17. yüzyılın başlarında hem köprü hem de baraj görevi görmek üzere inşa edilmiştir. Popüler bir eğlence amaçlı toplanma yeridir ve İran'ın Safevi mimarisinin en ünlü örneklerinden biridir. 1599 ile 1602 yılları arasında, İran'ın beşinci Safevi kralı ( şah ) I. Abbas'ın hükümdarlığı altında inşa edilmiştir. Orduların başkomutanı Gürcü asıllı Allahverdi Han Undiladze'nin gözetiminde inşa edilmiş ve onun adını almıştır. Köprü, özellikle elitlerin malikaneleri arasında bir bağlantı görevi görmenin yanı sıra şehrin hayati önem taşıyan Ermeni mahallesi Yeni Culfa'ya da bağlantı işlevi görüyordu. Kuraklık yıllarında (2000-02 ve 2013), Yezd vilayetine su sağlamak için nehrin yukarısına baraj yapıldı.
Comments