top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıÖMER SUHA TOPALAK

NORVEÇ-OSLO İSKANDİNAVYA GEZİSİ-9

Güncelleme tarihi: 5 Kas 2023


Seyahatin 9. Günü: 09.07.2012 Cumartesi NORVEÇ-OSLO

Oslo’daki ilk ziyaret yerimiz Vigeland Park oldu. Heykel sergisinin yanında, 3 bin ağaç ile 150 değişik cinste 14 bin gül çalısından oluşan gül bahçesi bulunan bu parkta ayrıca eski bir baraj gölü, çocuk parkı, olimpik yüzme havuzu, futbol stadyumu, kafe ve gene Vigaland Müzesi olarak anılan Oslo Şehir Müzesi yer alıyor. Heykel parkı, Norveçli heykeltıraş Gustav Vigeland’ın (1869-1943) granit, bronz ve dövme demirden yapılmış 200'den fazla heykelden oluşan eseri. Park esas olarak 1940-1949 döneminde kurulmuş, ancak 40 yılı aşkın bir çalışmanın sonucu. Maalesef Vigeland 1943 senesinde öldüğünden parkın son halini görememiş. Sadece tek bir sanatçı tarafından yapılan dünyanın en büyük heykel parkı beşikten mezara insanın yolculuğunu anlatıyor. Parkın girişinden başlayarak merkezde bulunan Monolit’e kadar 850 metrelik bir aksa yayılan bronz ve granitten yapılmış 212 heykel bulunuyor. Heykeller, pastoralden sürreale çeşitli formlarda ve çeşitli pozlarda çıplak insan figürlerinden oluşuyor ve insan formunu, insan yaşamını en saf haliyle inceliyor.

1. Giriş – Kirkeveien Caddesine bakan, granit ve ferforjeyle giydirilmiş demirden yapılma ana giriş Kapısı 1926 yılında tasarlanmış, 1930 yılında yenilenmiş.

2. Köprü - 15 metre genişliğinde, 100 metre uzunluğundaki granit korkulukların üzerinde heykeller ve fenerlerle kaplı köprü, 1914 yılında inşa edilen eski bir köprünün üzerine yapılmış. Vigeland yeni köprüyü modellemiş, 58 bronz heykeli ise 1925 – 1933 yılları arasında tasarlamış. Zengin çeşitlilikte tasarlanan heykeller arasında bazıları yalnız, bazıları ise grup halinde duran farklı yaşlardan kadın, erkek ve çocuklar bulunuyor. Kadın ve erkek ile yetişkin ve çocuk arasındaki ilişkileri anlatıyor. Köprüdeki heykeller için ortak temalar oyun, şehvet, enerji ve canlılık. Parkın en ilgi çeken parçası, köprünün solunda bizi karşılayan, İsveçce’deki anlamı “Sinnataggen” olarak bilinen “Kızgın Çocuk” heykeli. Bu heykel parkın maskotu ve en tanınan parçası. Muhtemelen bu yüzden de parkı hedef alan politik protestoların da adresi olmuş. Kızgın Çocuk birkaç kez boya dökülerek kırmızı ve mora bulanmış, bir kez sol eli altın rengine boyanmış, bir kere de poposuna siyah bant yapıştırılmış. Başına gelen en dramatik olay ise 1992 yılında çalınıp iki hafta sonra bulunması olmuş. Bu olaydan sonra 40 kiloluk bu heykel bulunduğu kaideye daha sağlam lehimlenmiş.

3. Çeşme - Köprünün ötesinde, yol bir gül bahçesinden geçerek parktaki en eski heykel birimi olan Çeşme'ye kadar devam ediyor. Altı dev adam havuzun ortasında, büyük daire şeklindeki tası havada tutuyor ve tastan etraflarına bir su perdesi dökülüyormuş ancak biz gezerken sanırım sular kesikti. Farklı yaşları temsil eden erkekler, hayatın yüküyle uğraşıyor olarak yorumlanabilir. Çeşmenin çevresinde 20 grup bronzdan ağaç bulunmakta. Ağaç, hem mitolojide hem de dinde yenilenmenin ve sonsuz yaşamın bir sembolü olarak görülür. Bu bronz heykeller insan hayatının evrelerine göre her bir köşede beşerli gruplara ayrılmışlar; çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık. Ağaçların altında, beşikten mezara insan hayatı gözler önüne seriliyor. Dünyada geçirdiğimiz zaman aynı zamanda başlangıcı ve sonu olmayan ebedi bir döngünün sadece bir parçası. Doğada çürümekte olan iskeletlerin bulunduğu ağaç grubunu çocuklarla dolu bir ağaç izler: Ölümden yeni bir hayat doğar. Havuzun dış tarafındaki bronz kabartmalar ise insanlığın sonsuz yaşam döngüsünü anlatır.

4. Monolit – Adını tek bir granit bloktan oyulmuş olmasından alıyor. 17.3 metre boyundaki bu yekpare granit sütun birbiri üzerine yığılmış, birbirine yapışmış ve yüzen 121 insan bedenini resmediyor. 180 tonluk bu sütun blok Vigeland tarafından bulunup buraya getirilmiş ve şu an bulunduğu yerde işlenerek bugünkü halini almış. Parkın en yüksek noktasında Monolit’e doğru daire biçiminde merdivenler yükseliyor. Monolith merdivenle çıkılan bir yükseltinin tepesinde duruyor ve merdivenler ise üçlü gruplar halinde 12 sıra yerleştirilmiş, hayatın çeşitli evrelerindeki kadın erkek ilişkisini anlatan 36 heykel grubundan oluşmuş. İşlenmesi 14 yıl süren eser Vigaland ölmeden kısa bir süre önce tamamlanmış. Her ne kadar yaşam savaşını sembolize ettiği yazılsa da, görünüş itibariyle verdiği intiba bu eserin erkek cinsel organını sembolize ettiği yönünde. Farklı yaşlardaki kadın ve erkekler var ve Monolith'in tepesi çocuklarla taçlandırılmış. Heykel, bir tür diriliş vizyonu ve maneviyata duyduğumuz özlem ve çaba olarak yorumlanmış. Çeşme’nin melankolik teması sonsuz yaşam döngüsü iken, bu büyük sütun tamamen farklı bir yoruma yol açar: İnsanoğlu’nun ilahi ve manevi olana arzu ve özlemi. İnsanlar cennete yakın, yalnızca üzgün ve çaresiz karakterize edilmemişler aynı zamanda keyif ve birbirlerine sımsıkı tutunmuş haldeler. Çeşmede olduğu gibi burada da ana tema insanın çeşitli durumlarda ve ilişkilerde tasvir edildiği yaşam döngüsü.

5. Yaşam Çarkı - Monolit’in batısında 1930’larda tamamlanmış bir Güneş Saati ve son olarak 1933 – 1934 yıllarında modellenmiş yaşam Çarkı bulunuyor. Çark sonsuzluğu simgeler ve burada birbirlerine tutunan kadın, erkek ve çocukların çelengi olarak sergilenir. Aslında bir bakıma, yaşam çarkı tüm parkın dramatik temasını özetliyor denilebilir. İnsanın beşikten mezara kadar süren, mutluluktan ve kederden geçen, fantezi, umut ve sonsuzluk isteğiyle dolu yolculuğu.

Otobüsle Oslo’da gezmeye çıktık. Otobüste herkes öksürmeye başladı. Biraz havadan, birazda grubun içinde covitli çıkmasından kaynaklı sanırım. Önce Bygdøy adasındaki Viking Gemi müzesine gittik ancak 2026 senesine kadar tadilatta imiş. 3 adet ahşap 9. yüzyıl Viking gemisi ve mezar odalarında bulunan eserlerin sergilendiği bir müze imiş. 1-Oseberg Viking Gemisi: Zengin bir şekilde dekore edilmiş ve gemideki iki kadın için cömert cenaze hediyeleri ile donatılmış. Gemiyi ve buluntuları restore etmek 21 yıl sürmüş. 2-Gokstad Viking Gemisi: Açık deniz seferlerine uygun, hızlı bir gemiymiş. İçine gömülen adam, savaşta öldüğünü gösteren her iki bacağına da kesici darbeler almış. 3-Tune Viking Gemisi: MS 910 civarında meşeden yapılmış ve 24 kürekçiye yer varmış. Güçlü direk ve kargo kapasitesinin olmaması bir savaş gemisine işaret ediyor. Yine otobüsle Norsk Folkemuseum -Norveç Kültür Tarihi Müzesi ve Norveç Eczacılık Müzesi önünden geçtik. Norsk Folkemuseum tüm sosyal gruplardan ve ülkenin tüm bölgelerinden geniş eser koleksiyonları ile bir kültür tarihi müzesi. Aynı zamanda kasabalardan ve kırsal bölgelerden taşınan 150'den fazla binaya sahip büyük bir açık hava müzesini de bünyesinde barındırmakta imiş. Merkezde Gol Stave-Çıta Kilisesi ile birlikte yeniden konumlandırılan beş binası, 1881'de kurulan dünyanın ilk açık hava müzesi olarak kabul edilmekte. Çıta kilisesi, bir zamanlar kuzeybatı Avrupa'da yaygın olan bir ortaçağ ahşap Hıristiyan kilisesi tipi imiş. Gol Stave kilisesi ahşap dışında hiçbir malzeme kullanılmadan inşa edilmiş. Diğer açık hava eserleri: Østerdal'dan kütük evler, Telemark’taki Hovin ve Gransherad’dan tarihi binalar, Oslo’daki eski Enerhaugen yerleşiminden işçi sınıfı evleri, Holmestrand'dan 1928 Standard Petrol benzin istasyonu, Leikanger'den Din Adamları Evi, Stordal'dan maden değirmeni, Lista'dan tipik 19. yüzyıl evi, Holmestrand'dan bir Samlaget likör dükkanı (1904), Pakistanlı evi, (1865'ten kalma bir apartmandan) Telemark'tan çatı katı, (inşa tarihi 1750-60). Adada ayrıca Fram Tarih Müzesi, Kon-Tiki Müzesi, Norveç Denizcilik Müzesi ve Holokost ve Dini Azınlıklar Araştırmaları Merkezide varmış.

Otobüsle şehrin merkezine gidip Kraliyet Sarayı’nın önünde indik. Kraliyet Sarayı, Oslo'nun ana caddesi Karl Johans kapısının bir ucunda, Bellevue adlı bir yükselişte yer almakta. Temel taşı 1 Ekim 1825'te Kral Carl Johan tarafından atılmış ve 26 Temmuz 1849'da Kral I. Oscar tarafından resmen kullanıma açılmış. Kraliyet Sarayı devlete ait ve devlet başkanının emrine verilmiş. Monarşinin günlük işlerinin yürütüldüğü ve Kral ve Kraliçe'nin yaşadığı, Kralın Danıştay'a başkanlık ettiği ve resmi akşam yemekleri düzenlediği yer. Oslo'yu ziyaret eden yabancı devlet başkanları Saray'da kalıyor. Kraliyet Sarayı yaz sezonunda halka açık. Oslo Üniversitesi Hukuk Fakültesi binası önünden geçip hem klasik hem de çağdaş tiyatro oyunlarının sahnelendiği 3 oditoryumlu 19. yüzyıldan kalma, gösterişli Norveç tiyatro salonunun önüne geldik. Oslo Ulusal Tiyatrosu 1899'da açılmış. Bina mimar Henrik Bull tarafından tasarlanmış. Büyük Norveçli yazarlar Henrik Ibsen ve Bjørnstjerne Bjørnson'un heykelleri, tiyatronun ana girişinde duruyor. İsimleri Norveçli oyun yazarı Ludvig Holberg ile birlikte tiyatronun cephesine kazınmış. Ayrıca meydana bakan başka bir heykel Johan Halvorsen (1864-1935) Norveçli bir besteci, şef ve kemancıya, tiyatronun karşısındaki parkta bulunan heykel ise Henrik Vergeland isimli Norveçli bir yazara ait.


Yine yürüyerek dıştan çokta sevimli olmayan ancak içindeki ve dışındaki sanat eserlerini görünce hayran kaldığım Oslo Belediye Binasının (Norveççe: Oslo Rådhushallen ) bulunduğu Fritjof Nansen meydanına gittik. Bu yapının inşaatına 1931 yılında başlanmış, savaş sonrası 1950 yılında ancak tamamlanabilmiş. Mimarlar Arnstein Arneberg ve Magnus Poulsson tarafından tasarlanmış. Kırmızı tuğladan inşa edilmiş ve biri 63 metre, diğeri 66 metre yüksekliğinde iki kuleye sahip. Kullanılan tuğlalar Orta Çağ'da kullanılan tuğlalarla kabaca aynı boyutta imiş. Yaklaşık 27,5 x 13 x 8,5 cm ölçülerindeki tuğlalar, Oslo'da Hovin Teglverk tuğla fabrikası tarafından üretilmiş. Önündeki Dyre Vaa tarafından yapılan Kuğulu Çeşme heykelini, girişin üzerindeki Oslopike ("Oslo kızı")’nı (Altın kaplı bronz heykel Joseph Grimeland tarafından tasarlanmış. Oslo, denizci bir şehir olduğundan, çoğu kişi onun gemilerdeki gemi başı süsüne benzediğini ve Oslo halkını selamladığını düşünüyor.) Astronomik saati, ana girişi, girişin çevresindeki Dagfin Werenskiold’un Yggdrasil Frisen isimli İskandinav mitolojisinden sahneler içeren budaksız çam ağacı panellerinden yapılıp boyanmış, gümüşlenmiş ve yaldızlanmış çok renkli 16 adet ahşap kabartmalarını yakından, doğu kulesindeki 49 çandan oluşan carillon setini ise uzaktan gördük. (Carillon, genellikle bir kilisenin veya belediye binasının çan kulesinde bulunan bir müzik aleti imiş. Enstrüman, bir melodi üretmek için seri olarak çalınan en az 23 döküm bronz, fincan şeklindeki çandan oluşuyormuş.) Binada, özellikle her aralık ayında gerçekleşen Nobel Barış Ödülü töreni başta olmak üzere çeşitli etkinlikler ve törenler düzenlenmekte. Alfred Nobel vasiyetinde Barış Ödülünün özellikle bir Norveç Komitesi tarafından verilmesini şart koşmuş. Diğer Nobel Ödülleri (örneğin tıp, edebiyat, fizik) Stockholm, İsveç'te verilmekte.

Nikahlar burada kıyıldığından birçok gelin damat gördük. Özellikle Uzakdoğulu ve Hintli çiftler ilginçti.

Biz gezmeye Nobel Barış Ödülünün verildiği büyük merkez salondan başladık. Zengin dekorasyonu ve büyüklüğü ile etkileyici bir salon. 31 m. genişliğinde, 39 m. uzunluğunda ve yaklaşık 21 m. yüksekliğinde. Yaklaşık beş metre yukarıda, üç tarafa uzanan bir balkon var. Balkon korkuluğu, alt duvarlar ve zemin Norveç mermeri ile kaplanmış. Salona girdiğinizde sizi ilk karşılayan Henrik Sørensen'in muazzam yağlı boya tablosu. ”Yönetim ve Şenlik" başlıklı duvar resmi, Norveç tarihi ve efsanelerinden sahneleri tasvir ediyor. Sanatçı bu duvar resimlerini 1938 ve 1950 yılları arasında yapmış. Sosyal reformlar, eğitim, sosyal mücadeleler, savaş yılları ve Norveç Kraliyet tarihi hakkında ki hikayeleri anlatıyor. Birçok önde gelen Norveçliyi değil, aynı zamanda günlük hayatlarını sürdüren sıradan insanları da tasvir ediyor. Arkada sanatçı Alf Rolfsen tarafından yapılmış başka bir fresk var. Bu, 40'lı ve 50'li yıllarda Norveç'in ana ticaretini gösteren “Ulusun Resmi”. Bir balıkçı, bir çiftçi, bir denizci ve bir sanayi işçisi. Freskin sol tarafında kutup gezgini Fridtjof Nansen'i görebilirsiniz, o dışa dönük Ulus'u temsil ediyor. Diğer tarafta ise içsel ruhsal yolculuğu temsil eden yazar Bjørnstjerne Bjørnson var. Sol altta Alf Rolfsen'in İşgal Frizi adlı başka bir fresk, Norveç'in Nazi kuvvetleri tarafından işgal edildiği 1940-45 zorlu savaş yıllarından sahneleri betimliyor. Üst katlara salonun sağından uzun ve geniş bir mermer merdivenden çıkılıyor. Merdivenin duvarında ise Oslo şehrinin koruyucu azizi olan Saint Hallvard freski var.

Çıkınca sağınızdaki ilk oda Acımasız Kral Harald'a adanmış Hardråderommet ("Harald Hardråde’nin odası") ( Harald, 1066'da Stamford Köprüsü savaşında ölen Norveç Kralı'ymış. Birçok kişi tarafından son Viking Kralı olarak kabul edilmiş. İzlandalı şair Snorre Sturlasson'ın destanlarına göre Harald, 1048’de Oslo'yu bir ticaret şehri olarak kurmuş. Hardråderommet'te, Axel Revold tarafından tasarlanan ve Ulrikke Greve tarafından dokunan iki duvar halısı asılı. Stamford Köprüsü'ndeki savaşı ve Harald'ın Oslo şehrini kurmasını anlatıyorlar.) Munchrommet (Munch odası), Belediye Binası'ndaki diğer odalardan farklı sivil düğünlere ev sahipliği yapmak için kullanılıyor ve arkada Norveçli ressam Edvard Munch'un Life (1910) tablosu var. Biz gezerken Hintli bir ailenin nikahı vardı içeri giremedik. Sağdan devam edip eski yemek servis takımlarının sergilendiği küçük bir koridordan geçip Batı Galerisine geldik. Burada ressam Aage Storstein'ın “İnsan Hakları” adlı eseri duvarları süslüyor. Norveç anayasasını ve köklerini Fransız devrimi'nin ideallerinde gösteriyor. Ayrıca Norveç tarihinden çeşitli motifler de var. Oradan Belediye Meclisi Salonuna geçtik. Salonun tasarımı dışarıdan Fritjof Nansen meydanının yarım dairesinin benzeri. Odadaki her şey, mimar Magnus Poulsson'un istediği gibi tamamen Norveç malzemelerinden paneller ve mobilyalar meşeden, duvar kağıdı ise kenevir ve dokuma ketenden yapılmış. Buranın özelliği tartışma sırasında bile halka açık olması imiş. Oradan da Doğu Galerisine geçiliyor. Buraya Krogh odası da deniyor. Ressam Per Lasson Krohg’un yaptığı “Şehir ve Çevresi” isimli freski odanın duvarlarının ve tavanının her santimini kaplıyor. Güney duvarı şehirdeki faaliyetleri gösterirken, kuzey duvarı çevredeki kırsal alanları göstermekte. Kuzey duvarının tepesinde, bir savaş esir kampının görüntüsü ve ikinci dünya savaşına başka göndermeler var. Bu odadan balkona çıkıp Ziyafet Salonuna geçiliyor. Bu tören salonunun zemini art deco, adını Norveç'in Larvik kasabasından alan siyah larvikit taşı ile süslenmiş beyaz Nordland mermerine sahip. Duvarlar ise adını Suriye'nin başkenti Damascus'tan alan Damask duvar kağıdı ile kaplanmış ve mobilyalar mimar Arnstein Arneberg tarafından tasarlanmış. Arka duvarda, Willi Middelfart'ın fiyort kenarında sıcak bir yaz gününün tadını çıkaran Oslo halkını betimleyen bir yağlı boya tablosu var. İlk versiyonu bir tuval üzerine boyanmış ve duvara yapıştırılmış ancak yakınlarda ki bir patlama nedeniyle hasar görmüş. Bunun için Middelfart, öncekinden biraz daha büyük yeni bir versiyona başlamış, ancak ziyafet salonu hala bitmemiş ve resmin açılan iki kapıya göre ayarlanması gerekmiş. Sanatçı bundan pek memnun olmamış ve bir küçük çocuğu dilini dışarı çıkartarak ve kapıyı işaret ettirerek boyamış. Batı duvarındaki portreler, Norveç Kraliyetinin resimlerini gösteriyor. Sırasıyla Kral Olav V ve babası Kral Haakon VII. ,sonra da Kral Harald V ve Kraliçe Sonja'yı görüyorsunuz. Oradan da binanın ön yüzündeki Festival Galerisine geliniyor. Burada ressam Axel Revold'un "Balıkçılık ve tarım" ve “Gemicilik” isimli fresklerini ve yine onun dekore ettiği tavanı gördük. Ayrıca ressam Kåre Jonsborg tarafından tasarlanan ve Else Halling ve diğer çok yetenekli dokumacılar tarafından dokunan duvar halıları var.

Sonra dışarı çıkıp Oslo fiyortunun güzel manzarasına sahip Belediye Meydanına gittik. Belediye binasının batı duvarında Anne Grimdalen'in at sırtındaki Harald Hardråde heykeli, binanın ön yüzünde Nic Schiøll'ün aziz St. Hallvard heykeli var. (Hikaye ye göre, Hallvard Vebjørnsson hırsızlıkla suçlanan hamile bir kadını korumaya çalışırken öldürülmüş. Onu takip eden üç adam, Hallvard'ı ve kadını bir teknede Drammen fiyortunun karşısına geçerken görmüş ve ikisini de oklarla vurup öldürmüşler. O nedenle Hallvard'ın elinde havada üç ok tuttuğunu görebilirsiniz. Ancak Hallvard soylu biriydi ve failler bunu farkedince , onun cesedini saklamaları gerektiğini anladılar. Bu yüzden boynuna bir değirmen taşı geçirip onu fiyorta attılar. Kısa bir süre sonra, Hallvard boynundan sarkan değirmen taşıyla hareketsiz yüzer halde bulundu. Bu bir mucize olarak ve Hallvard şehit olarak kabul edildi. Bugün, Oslo'da birçok yerde şehrin koruyucu azizi olarak Saint Hallvard'ın tasvirini görüyorsunuz.) Heykeltraş Per Palle Storm'un binanın önünde duran altı bağımsız heykeli, binayı inşa eden ustaları tasvir ediyormuş. Binanın doğu duvarında ise Norveç’li balıkçılara saygı duruşu isimli heykel ile Albertine isimli bir heykel daha var. Oslo Belediye Binası'nı çevreleyen çok sayıda heykel ve kabartma, efsanelerin, tarihi figürlerin, mitolojik tanrıların ve alegorik figürlerinin yanı sıra Norveç vatandaşlarının resimlerini de tasvir ediyor.

Belki de en ilginç olanı, Albertine adlı bu sanat eseri. Pipervika şimdi Oslo Belediye Binası'nın bulunduğu bir mahallenin eski adıymış ve burası Viktorya döneminde fahişelerin hizmetlerini sattıkları alanmış. O zamanlar fakir bir kadının iş bulması çok zor olduğu için birçoğu da burada imiş. Alfred Seland tarafından yapılan oyma, düzgün giyimli bir kadının yanında baston ve silindir şapkası ile yüksek sosyeteden bir beyefendiyi gösteriyor. Ancak kadının köşede saklanan sıradan biriyle gizlice el ele tutuştuğu görülüyor. Bunun evlilik dışı bir ilişkiyi temsil ettiğini varsayabilirsiniz. Ancak konu Norveçli yazar Christian Krohg'un 1886'da yayınlandıktan birkaç gün sonra toplatılan "Albertine" adlı romanına dayanmakta. Roman zamanın sosyal sistemi nedeniyle sonunda fuhuşa zorlanan bekar terzi Albertine'in hayatını konu alıyor. Bu heykelde, sağında gizlenen pezevengi ve solunda müşterisi olan zengin bir adamla aradaki fahişeyi gösteriyor. Albertine'in yayımlanması ve müsadere edilmesinin ardından yaşanan tartışma, Norveç'te fahişeliğinin ortadan kaldırılmasını hızlandırmış. Tabii benim içinde böyle bir hikayeyi anlatan bir heykeli belediye binası duvarında görmek şaşırtıcı.

Belediye binasının önünde Emil Lie ve Per Hurum'un kadın ve çocuk heykellerinin bulunduğu "Synken" heykel parkı var. Per Hurum’un karşılıklı iki çeşme grubu, "Anne ve çocuklar", oturan kadın ve çocuk heykelleriyle (1941-44) alanın sağına ve soluna, Emil Lie'nin granitten dört oturan kadın figürü (1954-1958) ise sahanın köşelerine yerleştirilmiş. Ortada ise sırtları birbirine dönük el ele tutuşan iki kadın figürü ve iki çocuktan oluşan uzun granit bloğu ile merkezi çeşme ise 1960 yılında tamamlanmış. Denize daha yakın solda ise 1901 yılında heykeltraş Axel Ender tarafından yapılan büyük İskandinav Savaşı sırasında Danimarka-Norveç donanmasında görev yapan kahraman deniz subayı Peter Wessel Tordenskiold’un heykeli var.

Deniz kıyısında bir taş üstüne bir vidalanmış bir plaka var ve Norveç dilinde “Hilsen Til Fremtiden” yani “Geleceğe Selamlar” yazıyor. Araştırınca Zaman Kapsülü’nü buldum. Oslo'nun 1000. yıldönümüyle bağlantılı olarak, Oslo'daki herkese geleceğe selamlarını iletme fırsatı verilmiş. Bu fırsat bir konteynerin içinde 1000 yıl boyunca saklanacak mektuplar, kartlar ve çeşitli eşyalarmış. Konteyner veya adlandırıldığı gibi zaman kapsülü özel bir malzemeden yapılmış. İçerikler 1000 yıl dayanacak şekilde gazlanmış ve sterilize edilmiş. Zaman kapsülü limanın açığında deniz ortasında ki Kavringen deniz fenerinin içinde saklanmış ve her yıl 15 Mayıs'ta herkes zaman kapsülünün yerinde olduğundan emin olmak için oraya gidiyor. 15 Mayıs 2000'de Oslo'nun hamisi St. Hallvard'ın gününde titanyum zaman kapsülü deniz feneri içine dökülen bir betona vidalanmış. Sadece 3000 yılında açılabilecekmiş. İlginç değil mi?

Yine kıyıda SS Volan isimli bağlı bir tekne kafe olarak kullanılıyordu. Limanda solda uzaktan Akershus Ortaçağ kalesi gözüküyor. Kale, 13. yüzyılın sonlarında Oslo'yu korumak amacıyla inşa edilmiş. Aynı zamanda kraliyet ikametgâhı ve hapishane olarak da kullanılmış. İki askeri müzeye ve etkinliklere ev sahipliği yapıyormuş. Yine kıyıda ilginç bir heykel var: Dykkaren, parlak paslanmaz çelikten tüplü paletli ve maskeli bir dalgıcın heykeli. Scuba teçhizatını kuşanmış denize atlamaya hazır metal dalgıç Oslo fiyortuna bakıyor. Sağa doğru yürümeye devam edince süreli sergilerin bulunduğu Alfred Nobel ve diğer Nobel ödülü sahipleri ile ilgili müze olan Nobel Barış Merkezi ve The National Museum’a geliyorsunuz. Ulusal Müze çok yeni 2022 yılında açılmış. İskandinavların en büyük müzesi. Yeni müze eski Ulusal Galeri, Çağdaş Sanat Müzesi ve Norveç Dekoratif Sanatlar ve Tasarım Müzesi koleksiyonlarından oluşuyor. Yaklaşık 6.500 nesneden oluşan kalıcı bir sergi var. Tasarım, sanat ve el sanatları, güzel sanatlar ve çağdaş sanat yan yana sergileniyor. Ayrıca gezenler Norveçli ressam Edvard Munch'un Çığlık (1893) ve Madonna(1894) dahil olmak üzere en ünlü tablolarını görebiliyorlar. Müze yanındaki Aker Brygge alışveriş merkezini gezdik.

Oslo’nun tramvayları mavi renkte. Meydanlarda çok fazla göçmen var. Özellikle Hintliler ve Uzakdoğulu halklar. Yine yürüyerek geri dönerken kuzeyin meşhur 1925 yılında Peter Bang ve Svend Olufsen tarafından kurulan yüksek kalite ses ürünleri, televizyonlar ve telefonlar üreten Danimarkalı şirketi Bang & Olufsen mağazasını ve Elon Musk tarafından 2003 yılında kurulan Tesla otomotiv şirketinin araba satış mağazasını ve araba modellerini gördük.

Sonra Norveç Parlamento binası (Stortinget) önüne geldik. Bina İsveçli mimar Emil Victor Langlet tarafından tasarlanmış, açık gri granitten detaylar ve sarı tuğladan inşa edilmiş. Fransa ve İtalya'dan gelen ilhamlar da dahil olmak üzere çeşitli stillerin bir kombinasyonu. Önündeki parkta Norveç'in 4. başbakanı Johan Sverdrup’un (1816-1892) bir heykeli ve 9.başbakanı Christian Michelsen’in (1857- 1925) bir büstü var. Kuzeyde her yerde olduğu gibi burada da Ukrayna için gösteri vardı. Biz yine Müjgan hanımla şehri gezmeye devam ettik. Sokaklar Cumartesi günü ve güneşli olduğundan insanlarla dolu idi. Karl Johans gate isimli caddeden ilerleyerek Grand Hotel Oslo’yu, Christian Krohg heykelini, önünde birşeyler satmaya çalışan Romen çingenelerini, bütün meşhur markaların mağazalarını, müzik yapan insanları,1880 yılında Stortorvet’e (Grand Plaza)’ya dikilen Kral IV. Christian’ın heykelini (Kendisi 1588'den 1648'deki ölümüne kadar Danimarka ve Norveç Kralı, Holstein ve Schleswig Dükü imiş. Carl Ludvig Jacobsen'in yaptığı bronz heykeli, IV. Christian'ı 1624'teki yıkıcı yangından sonra şehri yeniden inşa etmeye karar verdiği yeri işaret ediyor) görüp Oslo Katedraline girdik.

1694-1697 tarihlerinden beri Norveç Piskoposluğu Kilisesi'nin ana kilisesi olan katedralde 1910-16 yılları arasında Emanuel Vigeland tarafından yapılan korodaki vitray pencereleri, 1938'de Dagfin Werenskiold tarafından yapılan batı girişinin bronz kapıları ve İtalyan heykeltıraş Arrigo Minerbi tarafından yapılan 1930 yılından kalma komünyon (son akşam yemeği) sahneli gümüş heykel yer alıyor. Tavan süslemeleri Norveçli ressam Hugo Lous Mohr (1889-1970) tarafından yapılmış. 1990'ların ikinci yarısında, Fredrikstad’dan Ryde & Berg tarafından inşa edilen ana organ eski barok cephenin arkasına monte edilmiş. Norveç tahtının varisi, Prens Haakon ve Prenses Mette-Marit Tjessem Høiby'nin düğünü Ağustos 2001'de burada olmuş.

Katedralin bahçesinde demir güllerden bir bahçe vardı. Araştırınca bunun 22 Temmuz 2011'de Anders Behring Breivik tarafından gerçekleştirilen bombalama ve katliamda öldürülen 77 kişiyi onurlandırma projesi olduğunu öğrendim. Çok üzücü olan bu olayda Oslo'da otomobile yerleştirilen bombanın patlamasıyla 8 kişi ölmüş, Ütöya adasındaki İşçi Partisi gençlik kampında 69 genç ise Brevik tarafından öldürülmüştü. Ölenler arasında Gizem Doğan isimli bir Türk kızı da vardı.


Yolumuza devam ettiğimizde Jerbanetorget (Demir Yolu Pazarı) Oslo Merkez Tren İstasyonu'nun önünde yer alan geniş meydana geldik. Oslo Merkez İstasyonu'nun önündeki 4,5 metrelik bronz bir kaplan duruyor. 2000 yılında Oslo 1000. yıl dönümünü kutlamalarında Elena Engelsen tarafından yapılmış. Neden bir kaplan? Oslo’nun takma adının Tigerstaden ("Kaplan Şehri") olmasından geliyormuş. İlk olarak Norveçli şair Bjørnstjerne Bjørnson tarafından kullanılmış. 1870 tarihli "Sidste Sang" adlı şiiri, bir at ve bir kaplan arasındaki kavgayı anlatıyormuş; tehlikeli şehri temsil eden kaplan ve güvenli kırsal bölgeyi temsil eden at. O zamandan beri Oslo "Kaplan Şehri" olarak biliniyormuş. Alanda ayrıca giydiği sarı ceketin sırtında “Freedom for Öcalan” yazan ve insanlardan imza toplayan PKK sempatizanları vardı.

Aynı yolu geri yürüyerek tekrar Parlamento binasının yakınındaki Williamsburg isimli pub’a gittik, sokağa yayılmış masalarından birine oturup Fransız Kronenbourg 1664 buğday birası içtim.

Tekrar otobüslere binerek Tyrifjorden (Tyri Gölü)’ne gittik. Ülkenin beşinci en büyük gölü, en derin yeri 295 metre derinliğinde ve deniz seviyesinden 63 metre yükseklikte. Biz otobüsle Vik båthavn isimli marinanın önünde durup indik ve manzaranın gölün ve kıyıdaki kuğuların keyfini çıkardık. Rehber dönüşte Oslo Katedralinin bahçesini gezerken bahsettiğim 2011 senesinde meydana gelen 69 kişinin öldürüldüğü katliamın gerçekleştiği adayı gösterdi. Çok üzücü.

Daha sonra bütün grup Holeveien Utsikt isimli manzara seyir noktasında durup hatıra fotoğrafı çektirdik. Burası Oslo körfezi ve çevresindeki tüm gölleri içine alan büyük bir fiyort denebilir. Fiyort; buzul hareketleriyle oluşmuş geniş ve uzun vadilerin içine deniz suyunun ya da tatlı suyun dolmasıyla meydana gelen coğrafi şekiller olduğundan burası tatlı su ile dolmuş. Buzul oluşumları 2,5 milyon yıl önce başlamış. Fiyortlar ve buzul vadileri bundan 115,000 sene önce başlayıp 11,500 sene önce sona eren Son Buz Çağı'nda bugünkü görüntüsünü ulaşmış. Son Buz Çağı'nda İskandinavya'nın tamamı buz ile kaplı imiş. Buzlar yavaş yavaş vadileri doldurup genişlerken sürekli aşağılara doğru hareket edip vadi tabanında, buzun altında kalan kolay sökülebilir malzemeyi de kazıyıp kendiyle birlikte taşımışlar. Daha güçlü, buzun tahrip edemediği genellikle granit dağlar da buzul vadilerinin sınırlarını belirlemiş. Bu vadilerin derinliği 1,500 metreye kadar çıkmakta imiş. Norveç’te 1200 fiyort varmış. Turumuzda olan Nabi Evren isminde Jeolog bir arkadaş bütün bu oluşumları bize anlattı.

Akşamüstü otele dönünce yemek öncesi ben, Süleyman ağbi, Müjgan hanım ve turdan Cüneyt isimli bir arkadaşla beraber Oslo Fiyorduna bakan kıyıda ki iskeleye inip batmayan güneş ile keyif yaptık.


Zaman olsaydı Oslo’da daha nereleri görebilirdik: Akershus Kalesi, Viking müzesi, Fram Müzesi, Kon-Tiki Müzesi, Norveç Denizcilik Müzesi, Kraliyet Sarayı, Ulusal Müze, Munch Müzesi, Norveç Kültür Tarihi Müzesi, Nobel Barış Merkezi, Astrup Fearnley Modern Sanat Müzesi, Oslo Üniversitesi Botanik Bahçesi, Damstredet & Telthusbakken, Holmenkollen Kayak Müzesi

16 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page